The Fall of the House of Usher (2023) / Tüm Poe hikayeleri, göndermeleri ve detaylarıyla…
1809 yılında doğup sadece 40 sene yaşayan ve 1849 yılında o zamanki insanların arasından sessizce ayrılan Edgar Allan Poe, çocukluk ve askerlik yıllarını saymazsak, kalan kısacık yazın ömründe ürettikleriyle kendinden sonraki edebiyat dünyasına büyük miraslar bıraktı. Günümüzde efsane veya klişe olmuş birçok karakter, konu ve olay Poe’nun mirası olarak günümüze geldi. Uzun uzadıya kalın romanlar veya ciltlerce eser bırakmayan Poe’nun üretebildiği o sınırlı külliyat bile günümüze ışık tutmaya yetti. Korku, gerilim, gizem, macera, suç gibi kategorilerde eserler kaleme alan Poe, 40 yıl değil 80 yıl yaşamış olsa neler olurdu hayal etmek çok da zor olmasa gerek. Bu incelememizin konusu olan “The Fall of the House of Usher” da Poe’nun hikayelerinden biri. Bir diğer örnek ise, daha dedektif kelimesi icat edilmeden önce Poe’nun yarattığı “Charles Auguste Dupin” isimli bir karakter var ki bu karakter sonradan yazılacak olan başta “Sherlock Holmes” olmak üzere bütün dedektiflerin ve dedektiflik hikayelerinin atası-babası oldu. Kara kedi ve kuşların özellikle de karga-kuzgun türlerinin korku filmlerinde kullanılması klişesi de Poe’nun günümüze bıraktıklarındandır. Poe’nun hikayelerinin tamamı günümüzde ya yeniden yorumlandı ya da uyarlama olarak filmlere veya dizilere konu oldu. Kısaca Poe ile ilgili yaptığımız bu girizgahtan sonra konumuza gelelim.
Hayatımıza korku ve romantizmi harmanlayan senaryolarla giren Mike Flanagan, bu sefer de bir Poe uyarlamasıyla karşımızda. Her ne kadar 8 bölümlük bu mini dizinin adı “The Fall of the House of Usher” olsa da dizi boyunca her bölümde, farklı bir Poe hikayesine, şiirine veya karakterine göndermeyle karşılaşıyoruz. Bu yüzden diziyi sadece “The Fall of the House of Usher” uyarlaması olarak ele almak eksik bir başlangıç yapmak olur. İncelememizin devamında 8 bölümü bir bütün olarak karakterler üzerinden ele alacağız ve her karakterin hikayesini incelerken Poe ile bağlantısına da göz atacağız. Orijinal “The Fall of the House of Usher” yine aslında kısa bir hikâye ve dizide anlatıldığı gibi bir sürü karakter yok.
Kısaca hikâye çok zengin ve köklü bir aile olan Usher’ların son iki üyesinden Roderick Usher’ın büyük ısrarlarla dolu bir mektup yazarak, çocukluk arkadaşını Usher köşküne davet etmesini konu alıyor. İsmi söylenmeyen bu anlatıcı, yaklaşık bir ay boyunca evde Roderick ve ikizi Madeline ile kalır. Bu süre boyunca kardeşlerin hastalık hastası depresif hallerine, evin yarattığı akıl oyunlarına ve neticesinde iki kardeşin akıl dışı ölümüne şahit olur. Kardeşlerin ölümüyle metaforik olarak evin çöküşünü de anlatan anlatıcının son anda kaçarak canını nasıl kurtardığını da okuruz. Bu kısa öyküyü olay örgüsünün başına koyan senarist/yönetmen Flanagan olayları daha da genişletip katmanlandırarak önümüze koyuyor. Orijinal hikâyede sadece ikiz Usher kardeşler ve isimsiz anlatıcı varken, dizide ek olarak 6 evlat ve bir de aile avukatı karşımıza çıkıyor. Aile avukatı, aynı zamanda şirketin kara kutusu olan Arthur Pym de aynı Dupin gibi, Poe’nin başka hikayelerinden alınarak bu diziye monte edilmiş. Buradaki fark, Pym’in orijinal hikayesindeki karakterle, dizide anlatılan kişinin farklı olması. Orijinal Pym denizlerde maceradan maceraya koşan bir karakterken, dizide zeki ve güçlü bir avukat olarak karşımıza çıkıyor. İki Pym’in ortak noktası ise zorluklar karşısında son derece dayanıklı, maceracı olmaları ve ne olursa olsun ne yaşarsa yaşasınlar hayatta kalmayı başarmalarıdır. Dizideki Pym, finalde hayatta kalan tek kişi oluyor yani orijinal Pym gibi tam bir “survivor”. Lakin bizim Pym’in sona kalan olmasının arkasında yatan tek gerçek Usher’ların gücü ki bu güçten birazdan bahsedeceğiz. Gelelim 6 çocuğa. Dizi bölümlerini çocukların hikayeleri üzerinden ilerletmiş Flanagan, biz de incelemede derli toplu ilerleyebilmek için, bölüm detaylarını çocuklar üzerinden irdeleyeceğiz ama önce en başa dönüp neler olduğuna bir göz atalım.
Usher ikizleri anneleriyle birlikte yaşamaktadır. Resmi olarak bir babaları yoktur ancak öğreniyoruz ki aslında babaları, annelerinin sekreterliğini yaptığı kişi olan, Fortunato ilaç şirketinin sahibi Bay Longfellow’dur. Longfellow, hem anneleri Eliza’ya çok kötü davranmakta hem de çocukları net bir şekilde reddetmektedir. Eliza çok hastadır ve inançlarından dolayı tedaviyi de kabul etmemiştir.
Bir gece Eliza, geçirdiği bir kriz sonrası vefat eder ve çaresiz ikizler tarafından evlerinin bahçesine gömülür. Eliza’nın gömüldüğü günün fırtınalı gecesinde tuhaf bir olay yaşanır. Eliza mezarında yoktur. Tıpkı bir zombi gibi mezarından fırlayan Eliza, soluğu Bay William Longfellow’un boğazında alır ve gözünü bile kırpmadan onu öldürür, sonrasında kendisi de yanına yığılıp kalır. Longfellow’un ölümünden sonra şirketin başına Rufus Griswold geçer ve şirket büyümeye devam eder. Bu sırada ikizler büyür, Roderick evlenir, 2 tane de çocuğu olur. Çocukların annesi Annabel Lee, sadık ve akıllı bir ev hanımıdır. Tüm yokluk ve yoksulluğa rağmen Roderick’in en büyük destekçisidir. Bu arada Annabel Lee, yine Poe’nin bir şiirine ismini veren hayali kahramanlarından biridir. Dizi boyunca Annabel Lee ile ilgili anıları ve olayları da izleriz hatta zaman zaman Poe’nun Annabel Lee şiirinden mısraları da dinleriz Roderick’in ağzından. İkizlerin en büyük hayali ve arzusu gayri meşru çocukları oldukları Longfellow’un kurduğu ve onlara göre doğal mirasçısı oldukları Fortunato’nun başına geçmektir. Bu aşamada savcı yardımcısı Dupin’nın de dahil olduğu bir dizi akıl oyunları ve ikizlerin şeytani planı sonrasında 1979’u 1980’e bağlayan yılbaşı gecesinde, Griswold’u ortadan kaldırarak şirketin başına geçme yolundaki en önemli adımı atarlar. Griswold’u doğrudan öldürmezler, O’nu inşaatı devam eden yeni şirket binasının bodrumunda bir duvara kelepçeleyerek üzerine tuğla örerler. Öncesinde Madeline, yılbaşı partisine soytarı kılığında gelen Griswold’a “Amontillado” isimli bir şarap takdim eder, Griswold şarabı öve öve bitiremez ancak şaraptan zerre kadar anlamamaktadır. Bu hikâye de aslında yine Poe’nun “Amontillado Fıçısı” isimli kısa bir öyküsüne dayanıyor. Hikâyede türlü oyun ve hakaretlere uğrayan anlatıcının bir festival günü akşamında, soytarı kıyafeti giyen “Fortunato” isimli bir hasmından intikam almak için onu bir duvarın arkasına hapsederek öldürmesi anlatılıyor. Fortunato’yu kandırdığı veya yemlediği malzemesi de bir fıçı Amontillado şarabıdır. Aynı Madeline’in soytarı kıyafeti giymiş Griswold’a Amontillado şarabı ikram edip, şaraba siyanür koyup gecenin sonunda ikiziyle birlikte bir duvarın arkasına gömmesi gibi. Bir insanı bir duvara hapsetme fikri yine Poe’nun “Kara Kedi” ve “Gammaz Yürek” isimli hikayelerinde de geçmektedir. Flanagan bu fikri ilk kez 2018 yapımı “The Haunting of Hill House” isimli dizide de kullanmıştı. Diziyi izleyenlerin hatırlayacağı gibi “Eulogy” isimli 7. Bölümde bu hikâyeyi görmüştük. Bu arada dizinin müziklerinden biri de açılış sekansında da dinlediğimiz Pink Floyd’un The Wall’u.
İkizler, uzun bir hesaplaşma ve yüzleşme sekansında, duvarı tuğla-tuğla Griswold’un üzerine örerler ve O’nu soğuk karanlığa, sonsuz sessizliğe hapsedip bir an önce ölmesi için dualar ederek orayı terk ederler. Şimdi yapmaları gereken, halkın arasına karışarak tüm gece ortalıkta olduklarına dair görgü tanığı bulmalarıdır. Bunun için yürüyerek çevredeki en yakın bara giderler ve hiçbir şey olmamış gibi yılbaşı eğlencesine devam ederler. İşte bundan sonraki 43 yıl hayatlarını tamamen değiştirecek olay o gece, o barda yaşanır. Mekânın barmaidi “Verna” ile tanışırlar. Mekânın adı da “Kuzgun”’dur. Verna, kuzgunun İngilizcesi olan “Raven” kelimesinin anagramıdır. Sıkı Poe takipçilerinin de bildiği gibi kuzgun metaforu kötülüğü ve şeytanlığı temsil eden Poe alamet-i farikalarından biridir. Verna, uzun sohbetlerin ve tanışmaların ardından 1979’u 1980’e bağlayan gece Kuzgun isimli mekânda saçından-ojesine, makyajından-elbisesine kuzguni bir siyahlıkla ikizlere reddedemeyecekleri bir teklifte bulunur: “hayallerini gerçekleştirmek için ne yapardın?” bunun anlamı, ömürleri boyunca sınırsız para, güç, şan, şöhret, yenilmezlik ve aklınıza gelebilecek daha bir sürü şeydir ancak makul de bir bedeli vardır; hesabı ikizler değil, onların kanından gelen, Usher hanedanının bir sonraki nesli ödeyecektir. Tabii biz seyirci olarak, bu pazarlığın detaylarını ta sekizinci bölümde izliyoruz ancak oraya gelene kadar zaten neler olduğunu tahmin etmiştik. Görmemiz gereken, olay örgüsünün ve hikâyenin nasıl geliştiğiydi. Bölümler ilerlerken aklımızdaki fikir; Usher ikizlerinin ruhlarını şeytana sattığıydı ki bu soruyu Verna’nın teklifinden sonra Roderick de soruyor; “Bedeli ne peki? Ruhumuz falan mı?” Verna’nın cevabı ise tam bir ters köşe; “Bir defa öyle bir şey yok. Olsaydı bile onu bu gece tuğla tuğla satmıştınız”. Yani özetle diyor ki; “siz zaten ruhunuzu şeytana satmışsınız ben sizin satılmış ruhunuzun bedelini kanınızın son damlasına kadar tahsil etmeye geldim ancak bu tahsilat o kadar kolay olmayacak, yıllara yayılacak ve soyunuzu kurutacak”. O gece bu pazarlık bittikten sonra olanlar, yıllarca hatırlanmıyor ta ki ailenin fertlerinin ölümleri başlayana kadar. Biz bütün bu olanları aslında adı “Ortasında Bir Gecenin” olan birinci bölümde, Roderick’in eski evlerine davet ettiği Dupin’ya yaptığı itiraflardan öğreniyoruz. “Ortasında Bir Gecenin” ismi, Poe’nun “Kuzgun” isimli şiirinin ilk mısrasından geliyor; “Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin” …
Ortasında bir gecenin anneleri Eliza kalktı gömüldüğü mezarından ve öldürdü Longfellow’u, ortasında bir gecenin gömdüler tuğla tuğla Griswold’u ikizler, ortasında bir gece yaptılar o kara anlaşmayı Verna ile ve ortasında bir gece başladı itiraflarını anlatmaya eski dostu Dupin’ya her şeyini kaybetmiş olan Roderick yorgun, bitkin…
Böylece 8 bölüm sürecek olan maceranın ana hikayesini kısaca öğrenmiş olduk.
Şimdi sıra geldi 5 farklı anneden doğan 6 çocuğun hikayesine ve onların hikayesinin Poe hikayeleri ile bağlantılı olan sonlarına. Öncelikle aile ağacına bir göz atmamız gerekiyor. Roderick’in ilk aşkı ve ilk iki çocuğunun annesi güzeller güzeli Annabell Lee… Roderick’in yasal olarak kendi soyadını taşıyan ilk oğlu Frederick Usher ve ilk kızı Tamerlane. Frederick, Morella ile evleniyor ve bu evlilikten, Rodrick’in tek torunu olan Lenore dünyaya geliyor. Lenore aynı babannesi Annabell Lee gibi iyi kalpli, duygusal ve de vicdanlıdır. Aslında Usher kanı taşımasına rağmen, ruhunun güzelliğini babaannesinden almıştır ve Roderick bunun son derece farkındadır. Lenore’un ismi Poe’nun iki ayrı şiirinde geçmektedir. Birincisi Kuzgun’dur ki o şiirde, ortasında bir gecenin kapısına gelen kuzgunu ölmüş sevgilisi Lenore zanneden çaresiz aşığın hikayesi anlatılır. Diğer şiirin adı ise Lenore’dur ve o şiirde de Lenore’un ölümü anlatılmaktadır; “Gör, bu demir yığınında Lenore yatıyor ölümüyle yan yana…” İşte Lenore, bu sebeplerden dolayı Roderick’in en sağ yanıdır.
Roderick’in evlenmediği 4 kadınla daha ilişkisi oluyor ve bu ilişkilerinden sırayla Victorine Lafourcade, Napolyon, Camille L’Espanaye ve Prospero (Perry) dünyaya geliyor. Bu 4 kardeşe, anneleri Roderick ile resmi evlilik yapmadığı için “Usher Piçleri” deniyor. Sohbetleri sırasında Dupin soruyor neden sahiplendin bu piçleri diye; Roderick’in cevabı çok net. “Ben de bir piçim ve babam bana sahip çıkmadı, onların da benimle aynı kaderi yaşamasını istemedim, sonuçta onlar Usher kanı taşıyor”. Dizinin bundan sonraki 6 bölümünde bu 6 kardeşin ölümüne tanık oluyoruz. Verna ile yapılan pazarlığın bir parçası da Usher ikizlerinin ölümü gerçekleşmeden onların soyundan gelen tüm neslin tükenmesiydi. Bu arada Roderick’in hayatına giren son bir kadın daha var; Juno Usher. Juno, Roderick’in ikinci resmi nikahlı karısı ve eski bir uyuşturucu bağımlısı. Neredeyse ölmek üzereyken acil servise getirilen Juno, Fortunato’nun en çok satan ilacı Ligodone’un etkisiyle kopmuş bacağının acısını bile hissetmeyecek hale geldiği için, Roderick tarafından fark edilir. Roderick Juno’nun bir mucize olduğunu düşünür ve O’nu hep yanında görmek ister. Bu şekilde evlenirler. Juno yüksek dozda Ligodone kullandığı için tedirgindir ama başka bir çaresi yoktur. Usher hanedanı özetle bu şekilde. Şimdi gelelim kaderin tecellisine…
Dizinin ikinci bölümünün adı “The Masque of the Red Death” yani “Kızıl Ölümün Maskesi”. Öyküde Prens Prospero’nun, “Kızıl Ölüm” olarak bilinen bir salgından korunmak için kendini bir manastıra kapatması anlatılır. Prens, kendisine eşlik eden birçok soyluyla birlikte, manastırın her biri farklı renkte döşenmiş yedi odasında bir maskeli balo düzenler. Eğlencenin doruk noktasına ulaşıldığında, gizemli biri ortaya çıkar ve tüm odaları dolaşmaya başlar. Prospero bu yabancıyla yüzleştiği anda düşüp ölür. Dizide de Usher’ların en küçük oğlu Prospero, kendi işini kurmak istemektedir. Ancak kurmak istediği bar-eğlence kulübü formatlı iş modeli, babası Roderick ve halası Madeline tarafından kabul görmez. Yine de O, kafasını koyduğunu yapacaktır. Babasının şirketinin eski depolarının birinde bir maskeli parti organize eder, partiye girmek yüksek bedellidir ve seçkin kişiler davetlidir. Prospero depoya kamera sistemi kurar. Asıl amacı, gelenleri kayda alarak o gece gerçekleşecek olan türlü rezilliği kaydederek şantaj yapmaktır. Partinin sonunda yangın söndürücülerden alana su basacaktır ancak binada su yoktur, gözler çatıdaki depolara çevrilir. Yıkılacak olan bina, kimyasal ilaç çalışmalarının yapıldığı eski tesistir. Usher ailesi de doğaya doğrudan atılamayacak olan bu atıkları, yıkım esnasında yok etme planıyla çatıdaki depolara doldurmuştur lakin bu durumdan Prospero’nun haberi yoktur. Prospero partiye en büyük abisi Frederick’in karısı Morella’yı da davet eder, elbette O da maskelidir. Morella önce partiye gelmek istemez ancak yaşadığı hayattan sıkılmıştır, değişiklik peşindedir ve tabii ki de Prospero’yu kıramaz. Böylece o gecenin kurbanları arasına yenge Morella da eklenir. Partinin bir de davetsiz bir misafiri vardır ve tabii ki bu misafir Verna’dan başkası değildir. Verna gelir, Prospero ile biraz flörtleştikten sonra mekandaki masumları bir tür etki altına alarak çıkartır ve sulu parti başlar. Yangın musluklarından akan zehir ile mekandaki herkes eriyerek feci şekilde can verir. Kurtulan tek kişi, ağır yaralar ve yanıklarla sadece Morella’dır. Morella hastaneye yetişir, hayatı kurtulur ancak başı şimdi kocası Frederick ile derttedir. Frederik O’nu ihanetle suçlar çünkü Prospero ile ilişkisi olduğuna inanmaktadır. İşte bu yüzden Frederick, Morella’ya işkence yapmaya başlar fakat bunun sonuçlarını yedinci bölümde inceleyeceğiz. Böylece ailenin en küçüğü Prospero ölür ve sıra ikinci bölümle birlikte Camille L’Espanaye’ye gelir.
Dizinin ikinci bölümünün adı “Murder in the Rue Morgue” yani “Morgue Sokağı Cinayetleri”. Poe bu öyküsünde hayali bir Paris sokağı olan Rue Morgue’da işlenen bir cinayeti anlatıyor. Hikâyede Madam L’Espanaye ve kızı Camille, ne dil konuştuğu anlaşılmayan bir katil tarafından, bir binanın dördüncü katında içeriden kilitlenmiş bir odada canice öldürülür. Komşular çelişkili ifadeler verir ve pek yardımcı olmazlar. Konuyu gazetelerden takip eden Dupin, polise yardım etmek için ve biraz da olayı merakından vakayı araştırmaya başlar. Cinayet mahallinde bulunan sıra dışı kıllar, katilin bir insan değil orangutan cinsi bir maymun olduğu gerçeğini ortaya çıkarır. Uzun araştırmalar sonunda katilin bir denizci gemisinden kaçan orangutanı olduğu ortaya çıkar. Orangutan kaçarken yanında götürdüğü ustura ile sahibinden gördüğü şekilde iki masum kadını tıraş etmeye çalışırken öldürmüştür. İkinci bölümde ölümünü izlediğimiz Usher ailesinin küçük kızı Camille L’Espanaye’nin ismi ve ölüm şekli, işte bu hikâyeden geliyor.
Ailenin bütün fertlerinin bir araya geldiği son toplantı, Fortunato İlaç Sanayii’nin Amerika’ya karşı işlediği suçlar hakkında açılan davada, Savcı Yardımcısı Charles Auguste Dupin’nın konuşması esnasında ortaya attığı gizli tanık iddiası üzerine gerçekleşir. Dupin’nın ailenin içinden, ailenin işlediği suçları çok iyi bilen bir muhbiri vardır ve o muhbir ailenin aleyhinde şahitlik yapmayı kabul etmiştir. Bu beklenmedik gelişme üzerine, aile fertlerinin tamamına ölümcül sonuçları olan bir gizlilik sözleşmesi imzalatılır ve dahası muhbirin başına bizzat Roderick tarafından 50 milyon dolar ödül konur. Son kez canlı bir şekilde bir araya gelen aile için şimdi artık av zamanıdır. İlk etapta kimse konu hakkında yorum yapmazken iki birbirini sevmeyen kardeşten imalı suçlama sesleri yükselir. Camille, aile ile ilgili sürekli bilgi ve belge toplamaktadır, Victorine ise gizli kapaklı işler çevirmektedir. Aslında Victorine’in işlerini gizli kapaklı çevirmesinin sebebi, üzerinde çalıştığı yapay kalp prototipidir. Bu prototipin testleri henüz yasa dışı olarak hayvanlar üzerinde yapılmaktadır ancak başka bir beklenmedik gelişme ile Roderick’in ölümcül bir hastalığı olduğunun ortaya çıkmasıyla, Roderick bizzat Victorine’den, gerekçesini açıklamadan, gizlice insan deneylerine başlamasını ister. Bu gizliliği fark eden Camille, doğrudan Victorine’den şüphelenir ve bir gece herkesten habersiz bir şekilde deneylerin yapıldığı laboratuvarı basar. Binada O’nu kadın bir güvenlik görevlisi karşılar ve aralarında bir diyalog yaşanır. Güvenlik görevlisi kadın Camille’i vazgeçirmeye çalışır fakat başarılı olamaz. Camille bildiğini okur ve içeri girmeyi başarır. Laboratuvarda araştırma yaparken içeri güvenlik görevlisi girer ve korkunç bir yüzleşme yaşanır. Güvenlik görevlisi Camille’in yüzüne; kendisiyle, Victorine’le ve aileyle ilgili bazı şeyleri teker teker vurur. Tabii ki o kadın yine Verna’dan başkası değildir. Son sahnede Verna kocaman bir orangutan şeklinde Camille’i paramparça ederek öldürür, aynı Poe’nun Morgue Sokağı Cinayeti’nde olduğu gibi. Olay da kayıtlara bu şekilde geçer. Kafesinden kaçan bir orangutan, Camille’i vahşice katletmiştir.
Ailenin en zeki, dışa dönük ve araştırmacı kişisi, ayrıca dış dünyaya karşı yüzü olan Camille de böylece ölüler listesine eklenmiş olur.
Dördüncü bölüm ailenin ortanca oğlu Napoleon yani Leo ve O’nun ölümünü anlatıyor. Bölümün adı “The Black Cat” yani “Kara Kedi”. “Yazacağım bu son derece tuhaf, ama bir o kadar da sade öyküye inanmanızı ne bekliyor ne de istiyorum. Kendi duyularım bile algıladıklarını inkâr ederken sizden bunu beklemem delilik olur.” sözleriyle başlayan ve yine isimsiz bir anlatıcı tarafından anlatılan Poe’nun hikayesi kısaca şöyle:
Evli ve hayvan dostu olan anlatıcımız, evinde birçok cins hayvan beslemektedir. Bu hayvanlardan biri de iri gözlü, zeki ve güzel bir kedidir. Bu kedinin rengi kapkaradır. Anlatıcının karısı, batıl inançları olduğu için, bu çok zeki kedinin eski ve yaygın bir kanıya göre kılık değiştirmiş bir cadı olduğunu iddia eder. Kedinin adı Pluto’dur ve anlatıcının özel ilgi gösterdiği, en sevdiği hayvanıdır, tabii ki hayvan da anlatıcıyı çok sevmektedir ve ona son derece sadıktır. Bir gece alkollü bir şekilde eve gelen anlatıcı, kedinin kendinden kaçtığını düşünüp onu yakalamaya çalışır, kedi anlatıcıyı ısırır, anlatıcının gözü döner, cebinden bir çakı çıkarıp kedinin bir gözünü oyar. Geçen zaman içinde kedi yavaş yavaş iyileşir ancak sahibine son derece yabancılaşır. Bir yandan da acı çekiyor gibidir. Yaşananlardan dolayı psikolojisi bozulan anlatıcı, bir sabah kediyi bir ağacın dalına asarak öldürür. Bu olayın yaşandığı günün gecesi evinde yangın çıkan anlatıcı, her şeyini bir gecede kaybeder. Yangından sonra psikolojik çöküntüsü devam eden anlatıcı, olur olmaz zamanlarda ve yerlerde kedinin hayaletini görür gibi olur. Yine bir gece meyhaneden dönerken, Pluto’ya benzer bir kedi sırnaşır anlatıcıya, O da kediyi alıp Pluto’nun anısına eve getirir. Bu sefer bir terslik vardır; anlatıcı ile kedinin arasında bir bağ oluşmaz ancak kara kedileri sevmeyen karısı bu kediye bayılır ve onu himayesine alır. Bütün bunların üstüne, kedinin bir gözü aynı Pluto gibi eksiktir. Kedi ile arasındaki gerilim tırmanan anlatıcı, bir gün evin mahzeninde merdivenlerden inerken, kedinin ayaklarına dolanması sonrası ölümden döner ve o sinirle kediyi öldürmek üzere eline geçirdiği baltayı kedi yerine araya giren karısının beynine indirir, olayın şokuyla kedi de ortadan kaybolur. Cesedi ne yapacağını düşünen anlatıcı, Orta Çağ keşişlerinin kurbanlarına yaptığı gibi mahzenin duvarına gömmeye karar verir. İşlem bittikten birkaç gün sonra bile hala kedi ortada yoktur. Bir gün eve polisler gelir, kayıp kadını ararlar, bir şey bulamadan evden ayrılacaklarken duvarın içinden gelen sesi duyarak olaya uyanırlar. Anlatıcı bir şekilde kediyi de karısıyla birlikte duvarın içine gömmüştür, kedi ölmemiştir ve anlatıcı da bunu hatırlamamaktadır. Sonuçta kara kedi, olayın çözülmesine vesile olarak anlatıcıyı darağacına gönderir.
Leo Usher’in partneri Julius’un, Pluto adında siyah bir kedisi vardır. Uzun bir uyuşturucu partisi gecesinin sabahında Leo, Pluto’yu öldürülmüş bir şekilde bulur, Leo’nun da üstü başı kan içindedir. Gece uyuşturucunun etkisiyle Pluto’yu öldürdüğünü düşünen Leo, ortalığı temizler ve bir hayvan barınağından Pluto’nun tıpkısının aynısı bir kara kedi alıp eve getirir. Leo’nun bu şeytani kediyi sahiplendiği barınağın görevlisi yine tabii ki Verna’dan başkası değildir. Leo kediyi eve getirir ve bu yeni kediyle birlikte evde birtakım anormallikler başlar. Kedi sürekli Leo’yu taciz eder, zaman zaman ortadan kaybolur, ortaya çıktığı zaman Leo’ya zarar verir ve eve ölü fareler getirir. Bir gün Leo evde yalnızken kedi yine şeytanlıklar çevirmeye başlar, Leo eve barınak görevlisini, yani Verna’yı çağırır. Bir yanda Leo, diğer yanda Verna ve kara kedi arasında mantık dışı olaylar yaşanır. Kedi Leo’nun boğazına sarılır, Leo kedinin gözlerini oyar ve kedi ortadan kaybolur. Kedinin sesi evin duvarlarının içinden gelmeye başlar. Leo eline geçirdiği bir Thor çekiciyle duvarları parçalar. Duvarın birinin içinden Verna’nın ölüsü ve gözü oyulmuş kedi çıkar. Eve Julius gelir, Leo arkasını dönünce kediyi balkonda görür. Bir hışımla koşarak kediye elindeki çekici sallayan Leo, boşluğa gelip balkondan aşağı düşer ve zemine çakılarak ölür. Son sahnede orijinal Pluto, Leo’nun ölüsünün başında miyavlamaktadır. Böylece aile fertlerinden biri daha aradan çıkmış olur. Leo’nun duvarı kırıp Verna’nın cesediyle gözü oyulmuş kediyi gördüğünü zannettiği an, Poe’nun hikayesindeki son sahneye müthiş bir göndermedir.
Aslında, Leo’nun Pluto’nun cesedini bulmasından, balkondan düşerek ölümüne kadar yaşanan tüm olaylar, halüsinasyondan veya Verna’nın yaşattıklarından başka bir şey değildir…
Beşinci bölümle birlikte çanlar Victorine Lafourcade için çalmaya başlar. Bölümün adı “The Tell-Tale Heart” yani “Gammaz Yürek”;
Duyularını, özellikle işitme duyusunu keskinleştiren bir sinirlilik hastalığı olduğunu, ancak bu hastalığın delilik olmadığını ispatlamak isteyen anlatıcının, başından geçen bir olayı serinkanlılıkla anlatmasına şahit oluyoruz. Birlikte yaşadığı ihtiyar adamın gözünü bir akbaba gözüne benzeten anlatıcı, kafayı öyle takar ki adamın gözüne, aslında onunla hiçbir derdi olmamasına rağmen, sırf gözü yüzünden adamı öldürmeye karar verir. Anlatıcı ihtiyarın soluk, perde inmiş gibi görünen gözünü ne zaman görse, kanının buz gibi olduğunu söyler. Sekiz gece adamı izler, plan yapar ve nihayet sekizinci gece adamı öldürür ve ekler; “Benim deli olduğuma hâlâ inanıyorsanız, size cesedi saklamak için yaptığım akıllıca işleri anlatayım…” Anlatıcı ihtiyarı parçalara bölüp, döşemeden söktüğü 3 tahtanın altına gömüp, tahtaları insan gözünün anlamayacağı düzgünlükte akıllıca geri koyar. Ertesi gün komşuların ihbarı üzerine, üç tane polis gelip evde inceleme yapar lakin anlatıcının özgüveni ve işini temiz görmüş olması üzerine herhangi bir şey bulamazlar fakat adamlar geveze çıkarlar. Sohbet koyulaştıkça anlatıcının rengi solmaya, başı ağrımaya başlar, dahası kulakları da çınlamaktadır. Adamlar konuştukça çınlama sesi artar, ses arttıkça anlatıcı konuşma temposunu arttırır, ses arttıkça anlatıcının sinir sistemi etkilenmeye başlar ve zamanla ses dayanılmayacak seviyeye ulaşır. Anlatıcı ağrılar, sesler ve nefes alma zorlukları arasında adamları idare etmeye çalışır ancak daha fazla dayanamayarak yükselen çınlamalarla birlikte krize girerek suçunu itiraf eder; “sökün tahtaları! burada! burada! onun o korkunç kalbinin vuruşudur duyduğunuz!”
Victorine, babasının ekonomik desteği sayesinde kurduğu merkezde, partneri ve iş ortağı Dr. Alessandra Ruiz ile yapay bir kalp prototipi üzerinde çalışmaktadır. Prototipi yasa dışı yöntemlerle maymunlar üzerinde test etmektedirler lakin sonuç ne yaparlarsa yapsınlar henüz başarılı değildir. Daha önce bahsettiğimiz gibi Roderick, bu çalışmaları yakından takip etmektedir çünkü doktoru ona ölümcül hastalığının ilerlediğini söylemiştir. Roderick, Victorine’e gidişatı sorar, Vic yalan söyler, “ilerliyor” der, Roderick de bu durumda insan deneylerine bir an önce başlamasını kibarca emreder ama sebebini söylemez. Dr. Ruiz bu duruma karşı çıkar ve aralarında ciddi bir tartışma yaşanır. Vic kararlıdır, insan deneylerine başlamak üzere aday ararken, tesadüfen bir kalp hastası kadınla tanışır. Evet bildiniz, bu hasta Verna’nın ta kendisidir. Verna ve Vic gerekli süreci başlatmak üzere görüşmeye başlarlar fakat iki anormal durum vardır; birincisi Dr. Ruiz ortalarda yoktur, ikincisi ise Vic sürekli kalp atışına benzer sesler duymaktadır. Hasta kılığındaki Verna’nın ameliyat olarak prototipi test etmek için tek şartı vardır: ameliyatı Dr. Ruiz yapmalıdır. Günler geçerken Vic’in duyduğu ses O’nu çıldırtacak seviyeye ulaşır, üstüne Ruiz kayıptır, üstüne kardeşleri ölmektedir ve babası da cihazın sonucunu beklemektedir. Bütün bu travmalar bir araya gelip, Vic’i beklenen sonuca iterken, aklı başına gelir. Yaşadıkları tartışma sırasında Vic, Dr. Ruiz’i öldürmüş ve prototipi O’na takmıştır. Duyduğu ses, hikayedeki anlatıcının duyduğu ses gibidir. Doktor’un ölüsünü bulan Vic’in kriz geçirdiği anda babası gelir, aralarında bir diyalog yaşanır, Vic elindeki neşteri kendi kalbine saplar ve babasının gözlerinin önünde kendi canına kıyar. Bu ölüm, ailenin dördüncü kaybıdır ve Roderick’in kendi gözleriyle şahit olduğu ilk ölümdür. Artık Roderick’in hastalığının düzelmesi için hiçbir umut kalmamıştır.
Şimdi sıra ailenin en büyük kızı, Roderick’in piç olmayan evlatlarından Tamerlane’e gelir. Altıncı bölümün adı “Goldbug”, “Altın Böcek”. Bölümün ismi yine bir Poe hikayesi olan “The Gold-Bug” isimli eserden geliyor. Hikâye, ilginç tesadüflerin bir araya gelmesi ile isimsiz anlatıcı, yakın arkadaşı William Legrand ve onun Afro-Amerikan yardımcısı Jupiter’in bir hazinenin peşine düşmelerini anlatıyor. Hikâyede geçen altın böcek aslında gerçekte var olmayan ve Poe’nun farklı böceklerden esinlenerek kurguladığı hayali bir yaratık. Altın Böcek Poe’nun en çok yayınlanan ve en çok bilinen hikayelerinden biri. Bu hikâyenin ana özelliklerinden biri de polisiye, korku ve gizemden ziyade; akıl yürütme, mantık ve matematik gibi daha pozitif bir dili olması. Hikâyede Poe, her ne kadar kendi icat etmiş olmasa da kurguladığı kriptoloji temelli konu, o gün için okurların kriptoloji konusuna ilgi duymalarını sağlamış. Altıncı bölümde ölümünü izlediğimiz Tamerlane Usher karakterinin ismi de yine bir Poe şiiri olan Tamerlane’den geliyor. Tamerlane şiiri, ünlü Türk hakanı Timurlenk’in hayatını kurgusal bir dille anlatan bir şiir. Şiirde anlatıcı, Timur’un iktidar hırsı yüzünden, gözünün aşkı dahil hiçbir şeyi görmemesini anlatıyor. Altıncı bölümün ismi ve hikayesinin temeli, Poe’nun bu iki eserine öykünüyor.
Tamerlane aşırı hırslı bir kadındır ve babasıyla halasının gölgesinde kalmak istememektedir. Ailenin en güçlü kadını, halası Madeline’in önüne geçmek istemektedir, bu yüzden kendi girişimi olan Altın Böcek isimli bir şirket kurar. Şirketin ürün portföyünde yine Fortunato gibi medikal ürünler bulunmaktadır. Gençleştiriciler, enerji vericiler ve nemlendiriciler gibi özel ürünlerdir bunlar. Tamerlane’in kocası Bill ile sıra dışı fantezilerle süslü bir özel hayatı vardır. Tamerlane arada bir eve eskort çağırıp, kocasıyla kurguladıkları senaryoları oynatıp izlemektedir. Bir gece yine eskort beklerler, kapı çalar, ancak gelen, bekledikleri kişi değildir. Bekledikleri kız, Lauren, hastadır. Yerine arkadaşı Candy’i göndermiştir. Evet bildiniz, Candy ismiyle kapıyı çalan kız Verna’dan başkası değildir. Tamerlane için son, böyle başlar. O günden sonra her baktığı yerde kocasının yanında Verna’yı görür ve kocasının kendisini aldattığını düşünerek O’nu kovar. Oysaki, Altın Böcek markasının reklam ve lansman yüzü Bill’dir ve lansman çok yakındadır. Zaten aşırı stres altında olan Tamerlane, Verna’nın O’na yaşattığı anomaliler de işin içine eklenince, lansman sürecini sağlıklı yönetemez ve bir gece evde krize girip feci bir şekilde can verir. Lansman sırasında Madeline, bir anlık Verna ile karşılaşır, O’nu tanır, üzerine yürür ve hatta elini uzatır ancak Verna buharlaşarak ortadan kaybolur. Bu aşamadan sonra artık Madeline için gerçeği kabullenmekten başka çare kalmamış olur. 1980 yılbaşı gecesi yaşananlar, tanıştıkları barmaid, yani Verna ve O’na verdikleri sözler gerçektir ve onlar bedel ödemeye çoktan başlamışlardır. İkinci bölümde Prospero ile Verna arasında geçen konuşma esnasında Prospero; “Sen kimsin” diye soruyor, Verna da ona uzun uzun anlatıyor ve sonuçlardan bahsediyor. Herkes yaptıklarının bedelini ödemek zorundadır ve bu bedeller de katlanılması gereken sonuçlara dönüşür. Tamerlane de hırsının, acımasızlığının ve bir Usher olmasının bedelini diğer kardeşleri gibi canıyla öder.
Yedinci bölüm “The Pit and the Pendulum” ile ailenin en büyük fakat en sümsük ve beceriksiz evladı olan Frederick User ile kardeşlerin ölüm defterini kapatıyoruz. Frederick son derece yeteneksiz olduğunun bilincinde olduğu için, çareyi babasına yakın durmakta buluyor. Yalakalık derecesinde iş bitirici bir maşa. Kardeşleri de bu durumun farkında oldukları için ona “Froderick” diyorlar. Bölümün adı İspanyol Engizisyonu sırasında yargılanıp ölüm cezasına çarptırılarak, karanlık bir hücreye atılan isimsiz bir anlatıcının başından geçenleri anlatan Poe’nun “Kuyu ve Sarkaç” hikayesinden geliyor. Hapsedildiği hücrede her gün başına garip olaylar gelen anlatıcı sürekli ayılıp bayılır. Yine bir ayılmasında, kendini tahtanın üzerine bağlanmış şekilde bulur ve yukarıdan üzerine doğru sallanarak inen bir sarkaç vardır. Sarkaç durdurulamaz bir şekilde aşağı doğru inmektedir ve bir süre sonra anlatıcıyı öldürecektir. Usher’lerin en büyük oğlu Frederick’in ismi de yine bir Poe eseri olan “Metzengerstein” isimli hikâyeden geliyor. Hikâyede kan davalı iki aileden birinin en büyük oğlu olan genç Baron Frederick’in başından geçenler anlatılır. Ailesinin mirasını eline geçiren Frederick sahip olduğu güç ile etrafına zulme başlar. Bizim Frederick’e gelince, yapması gereken en önemli iş, en küçük kardeşi Prospero ve bir sürü kişinin ölümüne sebep olan eski depo binasının yıkılmasını yönetmektir ancak onun başka bir önceliği vardır; Kardeşi Prospero ile O’nu aldatan karısı Morella’ya işkence yapmak. Malum olaydan çok ağır yaralarla kurtulan Morella’yı bir şekilde eve getirmeyi başaran Frederick, O’na uyuşturucu madde vermeye başlar. Bir yandan da annesi için çaba gösteren ve babasının engellemeleri yüzünden başarılı olamayan kızı Lenore ile uğraşmak zorundadır. Frederick tüm kardeşleri öldüğü için ailenin yegâne mirasçısı haline gelmiştir ve güç neredeyse ondadır artık aynı hikâyede olduğu gibi. Bir gün babasından aldığı acil bir telefon ile, deponun yıkım işini hızlandırarak bizzat yönetmek üzere adrese gider. Yıkım yerine ulaşır; “benim içeride işim var, benden talimat bekleyin” der, içeri girer, kardeşinin öldüğü yerde kardeşi ve karısı için iğrenç bir anma gerçekleştirir ve iyiden iyiye bağımlısı olduğu tozdan burnuna çekerek paralize olmuş bir şekilde yere yığılır. İçeri Verna girer, arka planda gelişen olayları özetleyen bir konuşma geçer aralarında ve Verna’nın manipülasyonuyla yıkım başlar. Bina yıkılırken, tavandan dökülen malzemeler hikayedeki sarkaç gibi bir hal alır ve hızlıca aşağı doğru iner, Frederick’i ortan ikiye bölerek öldürür. Baron Frederick’in ölümü de yanmakta olan aile şatosunda olur. Dizinin altıncı bölümünde, Morella ve kızı Lenore, televizyonda bir film izlemektedir. Filmin son sahnesini biz de izleriz. O sahnede bir kaidenin üzerinde yatmakta olan bir adam vardır ve adam bir sarkaç tarafından öldürülmek üzereyken kurtarılır. Bu film de yine Poe’nun aynı isimli eserinden uyarlanan 1935 yapımı “The Raven” isimli filmdir. Bir anlamda metaforik olarak Morella ve Lenore’a, Frederick’in nasıl öleceği malum olmuş diyebiliriz. Frederick’in ölümüyle Usher ailesinin tüm çocukları ortadan kalkmış olur. Şimdi sıra, sekizinci bölümle birlikte, büyük finale, yani Verna’nın bitirici vuruşuna gelmiştir.
Sekizinci bölümün adı “The Raven” yani “Kuzgun”. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, genel tema olarak Kuzgun hayvanı Poe ile özdeşleşmiş bir figürdür. Poe Kuzgun tasvirini birçok eserinde kullanmıştır; “…O tepelerde gezinirdi, ben revaklı avluda kitaplarıma gömülürdüm, ben kendi kalbimin içinde yaşardım ve bedensel, ruhsal açıdan en yoğun, acı verici, derin düşüncelerin bağımlısıydım; O ise yaşamda yolundaki gölgeleri ya da kuzgun kanatlı saatlerin sessiz uçuşunu hiç düşünmeden gezinirdi.”, “…şakakların üzerindeki bölgelerin hafif çıkıntısını inceledim; Ve sonra Homeros’un deyimiyle “sümbülsü” olan, kuzgun karası, parlak, gür ve kendiliğinden kıvırcık o bukleleri.” Kuzgun şiiri de aynı şekilde en bilinen eserinin adıdır. Şiirde konuşabilen bir kuzgun, sevgilisi Lenore’a olan aşkından harap olmuş olan anlatıcıyı ziyaret eder. Odasına girer, odadaki bir Pallas büstünün üzerine konar ve anlatıcıyla konuşmaya başlar. Anlatıcı onu sevgilisi Lenore zanneder ancak halüsinasyon görmektedir. Sevgilisi sandığı kuzgun ile konuşan anlatıcı ondan hep aynı yanıtları alır; “Nevermore” yani bir daha asla.
Lenore, Roderick’in biricik torunudur. O’nun, babaannesi Annabell Lee gibi hassas bir yüreğinin olması Roderick’i en çok etkileyen yanıdır. Tüm aile içinde en aklı başında, en masum ve en vicdani Usher’dır Lenore. Roderick’in aklına hiçbir zaman gelmeyen kötü senaryo, aklının ucundan dahi geçirmediği felaket, aslında belki de atladığı gerçek, Lenore’un da aynı kandan gelmesi. İşte bu yüzden O’nun da ölmesi gerekiyor. Tüm ölümlerde kendi kurdukları acımasız senaryolarda boğulan kardeşlerin aksine, Verna için bu ölüm veya bu can alış en masumu olur. Lenore’un yatağının kenarına oturur, O’na yaptığı iyiliklerin gelecekte ne gibi sonuçlar doğuracağını ve ne kadar çok insanın Lenore’un yaptıkları sayesinde kurtulacağını anlatır. Her ne kadar karanlık bir karakter olsa da Verna işinin bir gereği olduğu için istemeyerek Lenore’u sonsuz bir uykuya yatırır. Roderick tüm olan biteni anlatırken, gözlerinin dolduğu tek hikâye Lenore oluyor. Hikâyenin bir yerinde Roderick, Lenore’un başında göz yaşı dökerken fırtınalı bir gecede, odaya bir Kuzgun girer ve uçup salondaki Pallas heykelinin başına konar, aynı şiirde olduğu gibi. “Ruhum yerde süzülen o gölgeden kurtulup da özgür kalmayacak bir daha asla”
Yaptıkları anlaşmanın kehaneti artık tamamlanmıştır, dünyaya gelen her Usher mutlu ve ayrıcalıklı bir hayat yaşayarak sahneden birlikte ayrılmışlardır. Şimdi, son selamı vermeden önce başrol oyuncularının sırası gelmiştir. Madeline son bir çakallıkla Roderick’i öldürmeyi dener, bütün olasılıklar sonuçsuzdur, bütün yollar denenmiş, bütün kartlar oynanmıştır. Madeline Verna’yı atlatmanın tek yolunun Roderick’in ölmesi olduğunu düşünür fakat bu plan da çalışmaz. 1979’un son gecesi Rufus Griswold’u gömdükleri duvarın tam karşısında oturan Roderick’e bir kutu Ligodone verir ve ikizini ölüme terk ederek oradan ayrılır. Ölüm ve iktidar korkusu ağır basınca ihanet ikiz kardeşler için bile kaçınılmazdır. Ölmekte olan Roderick’in yanına Verna gelir, bu sefer Roderick Verna’yı satın almaya kalkar ancak bedel çoktan ödenmiştir ve Verna satın alınamazdır. Gerçeği kabullenen Roderick doğup büyüdükleri eve gider, ikizi Madeline’i çağırır. Evin mahzeninde bu sefer Roderick, Madeline’i zehirler ve öldürür. Buradan sonra eve Dupin gelir ve 8 bölüm boyunca izlediğimiz itiraflar başlar. Çapraz kurgu içinde sonu başta, başı sonda izleriz.
Dupin ile yaptıkları konuşma esnasında Roderick’in öldü sandığı Madeline aynı bir zombi gibi gelir Roderick’in boğazına sarılır ve önce onu öldürür sonra da kendisi ölür. Bu sahne aynı orijinal hikayedekine benzer şekilde kurgulanmış. “Bir an eşikte titreyerek ve öne arkaya sallanarak durdu. Sonra hafif, iniltili bir çığlıkla, tüm ağırlığıyla erkek kardeşinin üstüne yığıldı. Kadın can çekişirken beklediği korkuların kurbanı olan erkek kardeşi de cansız yere düştü.” Gördükleri karşısında dehşete kapılan Dupin henüz şoktan çıkamadan ev çatırdamaya başlar. Tavan çökmeye, parçalar düşmeye başlar. Kendine gelen Dupin kendisini dışarı atar, eve döner ve Usher evinin çöküşünü an be an kendi gözleriyle dehşet içinde seyreder. Çöken evin üzerinde bir an Verna’yı görür, şimşek çakar, Verna kaybolur bir kuzgun belirir, kuzgun Dupin’in bakışları arasında uçar gider. Kapanışta Dupin orijinal hikayedeki son cümleleri kurarak hikâyeye noktayı koyar. Ömrünün çoğunu kendisine genç yaşlarda daha kariyerinin başındayken ihanet eden Roderick’ten intikam almaya adayan Dupin için artık dosya kapanmıştır. Adalet kendi kendine tecelli etmiştir. Usher’lardan geriye Frederick’in karısı Morella ve Roderick’in karısı Juno kalmıştır. Fortunato’dan kalan mirası, bu iki kadın çektikleri acıların benzerlerini yaşayanlara destek olmak ve Fortunato’nun günahlarını temizlemek için hayır işlerine harcarlar. Fortunato davasında yargılanan tek kişi Arthur Pym ise müebbet hapse mahkûm edilir. Verna Pym’e bir anlaşma teklif eder fakat Pym bu anlaşmayı hem verecek bir teminatı olmadığı için hem de yaşananların bedelini ödemek için kabul etmez. Böylece 70 yıllık başarılarla dolu hayatının kalanını yaşamak üzere hapse girer hem de kendini savunmak için tek bir kelime dahi etmeden.
Dizinin son sahnesinde, Usher’ların mezarı başında önce Dupin başta Roderick olmak üzere aileye veda eder, ardından Verna gelir, Verna önce Dupin’ya sonrasında ailenin üyelerine tek tek veda eder onların mezar taşlarına hayatlarını adadıkları veya ölümlerine sebep olan şeyleri simgeleyen birer sembol bırakarak ve Poe’nun “Ölülerin Ruhları” şiirinin dizeleri eşliğinde. Böylece Usher ailesi için perde kapanır ve ekran kararır.
Poe’nun yaklaşık 15 farklı eserinin bir araya getirilmesiyle oluşturulan mükemmel olay örgüsü Flanagan sevenler tarafından eminiz ki tam not almıştır. 8 bölüm boyunca sürekli Poe alıntılarıyla dolu replikler izledik; mesela Madeline’in deliliğin dahiliğin zirvesi olduğunu anlattığı tiradı, Roderick’in torunu Lenore ile konuşurken yaşamın garipliğini anlatırken kurduğu cümleler veya Arthur Pym’in dünya turu sırasında dünyanın kuzeyinde rastladığı Ultima Thule isimli kurgusal doğa üstü ada. Örnekleri bölüm bölüm, sahne sahne çoğaltmak mümkün. Zaten bu diziyi ayrıcalıklı kılan da bu. Flanagan kolaya kaçıp birkaç öyküyü bir araya getirmemiş. Az önce bahsettiğimiz gibi Poe’nun birden çok hikayesini ve şiirini sayfa sayfa, satır satır inceleyerek ortaya komple bir eser çıkartmış. Biraz da dizi içine yerleştirilmiş ip uçlarından birkaç örnek verelim. Mesela dizinin daha ilk bölümünün açılışı efsanevi Pink Floyd grubunun efsanevi şarkısı “The Wall” ile başlıyor hem de cımbızlanarak alınmış sözleri “All in all it’s just another brick in the wall” yani “sonuçta bu sadece duvardaki başka bir tuğla” gibi çevirebiliriz ve o anda bir saniyeliğine Griswold’u gömdükleri duvar gelir karşımıza, yine aynı şekilde dördüncü bölümde Roderick’i duvarın yanında düşünürken izleriz ve o anda bir saniyeliğine bir çıngırak sesi duyarız. Bir diğer örnek de birinci bölümün sonunda ikizlerin Verna’nın barına gittiklerinde gördüğümüz görseller. Sağda solda iki kara kedi resmi, rafın üzerinde bir Poe fotoğrafı ve ikizlerin arasında belirerek kamera yaklaştıkça büyüyen ayna. Flanagan’ın 2013 yapımı “Oculus” isimli filminde camlar ve aynalar insanları cinayete ve intihara meyilli hale getiriyordu. Flanagan bu sahnede ikizlerin arasında bir ayna ve karşılarında Verna ile yapılan anlaşma sonucunda herkesin değişik şekillerde öleceğinin ip ucunu vermiş. Tabii bunu anlamak için biraz fazla Flanagan takipçisi olmak gerekiyor. Bu ipuçlarını ve sürpriz yumurtaları çoğaltmak mümkün ancak bu kadar örnekle bırakmak yeterli sanıyoruz.
Dizi her açıdan tatmin ediciydi demek yanlış olmaz. Özellikle çapraz kurguyla ilerleyen olay örgüsü hem kafa karıştırma hem de olayları anlama açısından çok başarılı bir şekilde tasarlanmış. Biz bu incelemeyi yaparken her ne kadar kişiler üzerinden bölümleri özetlemiş olsak da her bölümde olayın bütünüyle ilgili anlatımlar ve ipuçları vardı. Tür olarak hem Flanagan’ın tarzı hem de Poe’nun genel temasını göz önüne aldığımız zaman korku, gerilim olarak kategorilendirmek yanlış değil ancak eksik bir tanım olacaktır. Dizinin tamamında dram, korku, gerilim ve romantizm öğelerinin tamamına yer verilmiş. Sinematografik açıdan baktığımız zaman da çok başarılı bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. Dizinin atmosferi ve renk paleti son derece dramatik tasarlanmış ve Flanagan çizgisinden çıkmamış, tabii ki bunun en büyük sebebi yıllardır birçok yapımda çalıştığı tecrübeli ve ödüllü sinematograf Michael Fimognari. Müzikler de yine yıllardır Flanagan ile çalışan Newton kardeşlerin ürünü. Biz diziden bağımsız baktığımız zaman bile müzikleri son derece başarılı bulduk. Film müzikleri genelde hayranlar tarafından çalma listelerine sıklıkla eklenir bu dizinin müzikleri de aynı bir film müziği albümü gibi kaliteli çalışılmış ve bizce çalma listelerine eklenmeyi hak ediyor.
Hakkında günlerce konuşulabilecek Poe eserleriyle birlikte ele alındığı zaman sayfalarca tezler yazılabilecek bir dizi olan Usher Evinin Çöküşü hakkında sadece bu anlattıklarımızdan ibaret olmayan söylemek istediklerimiz bu kadar. Siz de dizi ile ilgili fikir ve düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı unutmayın ve tabii ki BiDünyaFilm’den ayrılmayın.