The Exorcist: Believer (2023) / Exorcist: İnançlı
İnsanlığın kapitalizmi icat etmesiyle ticari başarı yakalayan her meta, dibi sıyrılıp sıyrılıp yeniden tüketime sunuldu. Sinema dünyası da bu modadan her zaman nasibini aldı veya yararlandı. Yıllar içinde birçok filmin devamına, öncesine veya yeniden çevirimine şahit olduk. Örneğin “Halloween”, “Evil Dead”, “Scream” ve bu incelemenin konusu olan “Exorcist” son dönem için örnek verebileceğimiz filmler. İncelememizin konusu bir korku filmi olduğu için örnekleri özellikle korku filmlerinden seçmek istedik, tabii ki diğer türler için de böyle sıralamalar yapmak mümkün.
Korku filmlerinin yazılı olmayan bir formülü var ve tabii klişeleri de. Elinizde zamanında ses getirmiş düzgün bir hikâye varsa, doğru elementlerle formüle edip klişeleri de doğru serpiştirince ortaya bir ürün çıkartmış oluyorsunuz. Paralı bir de yapımcıysanız olay tamamdır.
Blumhouse yapım şirketinin sahibi Jason Blum aynen bu yolu izleyerek yönetmen David Gordon Green ile bir araya gelip önce “Halloween” serisine bir üçleme çekti sonra da yine aynı yönetmenle gözü Exorcist’e dikti. Kaynaklara göre sadece telif için ödedikleri tutar 400 milyon dolar, ancak ilk film olan “İnançlı” özelinde baktığımız zaman, yapım bütçesi sadece 30 milyon dolar. Konu, tabiri caizse İstanbul’da bina dikmeye benzemeye başladı. Arsa fiyatlarının etkisi daire fiyatlarını yükselttiği gibi telif fiyatları da toplam yapım bütçesini dramatik anlamda etkiliyor, bu da filmlerin sınırlı kadro ve mekânda çekilmesine neden oluyor. Bu durum sadece Blum için geçerli değil, diğer yeni nesil yapımcılar da aynı formülü uyguluyor. Mesela yine benzer bir örnek vermek gerekirse 2023 yapımı “Evil Dead Rise” filminde de aynı durum söz konusu. Toplamda giriş sekansındaki göl evini de sayarsak iki mekân ve beşi ana karakter olmak üzere on beş kişilik bir kadro. Bütçe ise 12 milyon dolar gibi oldukça düşük bir rakam. Bu arada konular da o kadar benzeşmeye başladı ki, senaristlerinin farklı olduğunu bilmesek bu iki filmin aynı kalemden çıktığına belki de şakayla karışık yemin bile edebiliriz. İki filmde de olaylar bir depremle tetikleniyor ve iki filmde de birilerinin içine şeytan kaçıyor. Yani özetle birbirinin kopyası gibi duran düşük bütçeli filmler konulup duruyor önümüze. Bu filmleri izlerken anlık olarak bağlamınızdan kopup “ben ne izliyordum yahu?” diyebiliyorsunuz.
1971 yılında William Peter Blatty isimli bir yazarın yine bir yazar olan Roland Doe’nun 1949 yılında kaleme aldığı benzer bir romanından esinlenerek yazdığı “Exorcist” romanı ile başlayan hikâye günümüze kadar 5 ayrı film olarak gösterime girdi. Asıl kült olan tabii ki 1973 yapımı ilk filmdi. Bu filmde Blatty aynı zamanda yapımcı ve senarist olarak elini taşın altına koydu ve film 12 milyon dolarlık bütçesine karşın 400 küsur milyon dolarlık gişe hasılatıyla akılları başlardan aldı. Şov devam etmeliydi; 1977 yılında bir devam filmi geldi fakat ne yazık ki beklenen etkiyi yaratmayarak tam bir fiyaskoyla sonlandı. Bu durumdan son derece rahatsız olan Blatty sazı bu sefer eline alarak 1990 yılında üçüncü bir film daha çekti. Bu film her ne kadar ilk film kadar ses getiremese de ikinci film kadar da fiyasko olmadı ve o defter orada kapandı. İlerleyen yıllarda 2 filmlik, olayların öncesini anlatan bir spin-off çekildi fakat bu iki filmlik seri de beklenen etkiyi yaratamadı. Orijinal Exorcist o beklentiyi o kadar yükseltmişti ki sonradan gelen hiçbir film aynı tadı veremedi. Ve günümüze geldiğimizde ise az önce bahsettiğimiz gibi Blumhouse ve iş birlikçileri konuyu ele alarak bir üçleme yapmaya karar verdiler. İlk film olan İnançlı’nın ardından şimdilik ikinci film “Aldatan” için kollar sıvandı. Üçlemenin son filminin isminin ne olacağı ve tarihi henüz belli değil. İkinci filmin gişesine göre bakarlar artık, adını da “Exorcist Ends” koyup hikâyeyi tamamlarlar. İkinci filmin 2025 yılında gösterime girmesi bekleniyor, üçüncü filmin tarihi ise henüz adı gibi belli değil. Kabaca 2028 diyebiliriz. Exorcist’in 1973’te başlayıp günümüze kadar uzanan hikayesi kabaca ve özetle bu şekilde.
2023 yapımı film her ne kadar orijinal konuyu baz alsa da yepyeni bir hikayeyle çıkıyor karşımıza. Özetle; aynı sınıfta okuyan iki kız çocuğu bir akşam okuldan çıktıktan sonra ortadan kaybolurlar. Aileleri onları bir arkadaşlarının evine ödev yapmaya gittiklerini bilmektedir ancak kızların amacı bambaşkadır. Üç gün sonra iki kız bir çiftlikte yalın ayak, yara bere içinde ortaya çıkar ve geçen 3 gün boyunca olan biten hiçbir şeyi hatırlamamaktadır dahası geçen 3 günü birkaç saat zannetmektedir. Kızlar bulunduktan sonra bir dizi tetkik ve muayeneden geçirilirler ancak vücutlarındaki yara izleri haricinde ne bir hastalıkları vardır ne de herhangi bir tacize veya suistimale maruz kalmışlardır. Evlerine gönderilen kızlar ilerleyen günlerde yavaş yavaş şeytani belirtiler göstermeye başlarlar. Durumu net olarak ilk fark eden komşuları, aynı zamanda bir hemşire olan Ann olur. Küçük kızlardan biri olan Angela ona şeytani tepkiler verdiği bir anda öyle bir bilgi fısıldamıştır ki bu bilginin Ann harici biri tarafından bilinmesi imkansızdır. Bu durum üzerine Ann, Angela’nın babası Victor’a durumu anlatır daha doğrusu durumun vahameti konusunda onu ikna etmeye çalışır. Sonunda Ann, Victor’u 50 yıl önce benzer bir olayla baş etmek zorunda kalan Chris MacNeil ile görüşmeye ikna eder. MacNeil, hikâyenin başındaki ilk kurban Regan’ın annesidir. Sonrasında olaylar ta ilk filmdeki olaylarla benzer bir şekilde ilerler. İnançlı ile ilk filmi birbirinden ayıran en temel fark, son filmin içine aşırı dozda dram eklenmiş olması. Bu yüzden bu filme “Dramatik Korku” diyebiliriz. Senin annen bir melekti kızım…
Buradan sonra ekleyeceklerimiz birazcık spoiler içerebilir, içermeyebilir de bilemiyoruz çünkü az önce dile getirdiğimiz gibi konular, hikayeler, olay örgüleri ve işleyiş o kadar benzer ki, spoiler vermek gerçekten güçleşiyor. Öncelikle insan kendine sormadan edemiyor; iki küçük kız çocuğunun ormanda ortalık yerde duran dehliz gibi bir yerde ruh çağırma ayini yapmak nereden aklına gelir? O dehlizin orada çok tehlikeli olmasına rağmen açıkta bırakılması normal mi? Georgia belediye başkanı Echo Rahipoğlu’nu kınıyorum. Çok da şey etme dediğinizi duyar gibiyim, sonuçta hikâyenin bir çıkış noktası olmak zorunda, senaristler de böyle bir başlangıç seçmişler. Peki gelelim Angela ve babasının son derece yalnız olmasına? Mesela bizim çocuğumuzun başına bir iş gelse anası, danası, dıdısı, halası, teyzesi, dayısı, yengesi kimi kimsesi kim var kim yoksa doluşur eve fakat bizim Angela ve babasının gözlüklü tombik erkek komşusu ve yalnız hemşire komşularından başka kimseleri yok. Tamam tamam haklısınız bütçe. Peki ya Ellen Bursty, 90 yaşındaki zavallı kadını neden yordunuz 5 dakikalık sahneler için? İlk filmle duygusal bağ kurmak için mi? bizce çok da gerek yoktu çünkü olmamış, çünkü kadın hala kendi derdinde, filmin sonuna kadar Regan’ım da Regan’ım diye diye heder oldu üstüne üstlük ağlamadı da sadece gözlerine biraz çarmığa gerilmiş İsa işlemeli Haç kaçtı. Şeytan çıkarıcı rahip efendinin son dakika vaz geçip en son dakika kurtarıcı olarak gelerek hiçbir işe yaramadan kafasının kopmasına girmiyorum bile. Yalnız bir detayı atlamışsınız ona çok içerledik, filmde kendi kendine zıplayan yatak yoktu; fazla klişe mide bulandırır dediniz belki fakat kızlardan birinin hemşire teyzenin suratına yeşil kusmuk atmasını es geçmemişsiniz ama… Hiç mi iyi bir şey yoktu? Vardı tabii, mesela iki genç oyuncu Olivia O’Neill ve Lidya Jewett kelimenin tam anlamıyla harikalar yaratmışlar. Filmi ikisi almış götürmüş. Kızlara uygulanan makyaj da son derece etkileyiciydi, kötülüğü yüzlerinde net bir şekilde görebildik. Bu yüzden makyaj departmanına da kocaman bir alkış. Bir de orijinal müzik başka da bir şey yok.
Filmin başında genç bir çift Haiti’ye tatile gidiyor ve bu tatil esnasında 2010 yılında meydana gelen büyük Haiti depremine yakalanıyor. Bu arada çift bebek beklemektedir ve depremden hemen önce “tesadüfi” ve ilkel bir kutsama törenine şahit oluruz. Depremde Angela’nın annesi enkaz altında kalır ve doktorlar baba Victor’u bir seçim yapmak zorunda bırakırlar. Bu seçimin ne olduğunu, sonuçlarının hayatlarını nasıl etkilediğini film boyunca net bir şekilde görüyoruz ancak yapılan kutsama töreni net bir şekilde bir yere bağlanmamış. Bizim teorimiz Angela’nın hayatta kalmasını sağlamış olabilir veya o ayine katılan annenin “yoruldum” diyerek babadan ayrılarak otele dönmesi ve depremden etkilenmesine dolaylı sebep olmuş olabilir belki de klasik bir yerel gelenekler hala devam ediyor ve insanlar hala bu işlere inanıyorlar mesajı da olabilir bilemedik.
Özetle 400 milyon dolar telif üzerine 3 film için toplamda 100 milyon dolar yapım bütçesiyle kümülatifte 500 milyon doları başka işe gömüp gül gibi uyuyan şeytanı uyandırmasaydınız kimse çıkıp size “neden” diye sormazdı. Ya da 500 milyon doları getirin yatırın bizim bankalara, gişeden alacağınızdan daha fazlasını size faiz diye verelim daha çok para kazanırdınız ve de yorulmazdınız, ama sinema değil mi? tutku işte… Tamam Halloween’i yeniden çekerek bir şey denediniz ve belli ölçüde başarılı oldunuz ancak aynı başarının aynı şeyleri farklı şekilde tekrar ederek gelmesini beklemek biraz aç gözlülük oluyor. Günün sonunda uğraştığınız varlık alt tarafı Şeytan, bir Michael Myers değil.