Nine Days (2020) Film İncelemesi
NINE DAYS
Senaryosu yaşamak üzerine yazılmış sade anlatımlı ama izledikten sonra derin düşüncelere dalmanıza neden olacak bir film arıyorsanız “Nine Days”, Türkçe adıyla “Dokuz Gün” aradığınız film olabilir.
Filmin ilk gösterimi 2020 Sundance Film Festivali’nde gerçekleşmiş ve filmin yönetmeni Edson Oda aynı festivalde 1987 yılında aramızdan ayrılan çifte Oscar ödüllü Amerikalı senaryo yazarı Waldo Salt’ın hatırasını yaşatmak için düzenlenen senaryo yazarlığı yarışmasında Nine Days’in senaryosu ile “dramatik senaryo yazarlığı” ödülünü kazanmış.
Amerika’da Temmuz 2021’de vizyona giren film ülkemizde gösterilmedi ancak ilerleyen günlerde bazı dijital platformlarda yayınlandı.
Filmin detaylarına geçmeden önce sırasıyla yönetmen ve oyuncuları biraz tanıyalım isterseniz.
Nine Days öncesinde, ödüllü kısa filmler ve müzik videolarıyla bilinen yönetmen Edson Oda, Brezilya doğumlu. Bize göre ilk bakışta bir Asyalı gibi görünüyor olsa da kendisine sorulduğunda Brezilyalı olduğunu söylüyor.
Los Angeles’ta yaşayan yazar-yönetmenin Sao Paolo Üniversitesi’nden reklamcılık alanında lisans, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden de film ve yapım alanında güzel sanatlar yüksek lisans derecesi var.
İlk uzun metrajlı filmi olan Nine Days’i yapmadan önce Philips, Telefonica, Movistar, Whirlpool, Johnson&Johnson, Honda ve Nokia için projeler yazmış ve yönetmiş.
Edson Oda aynı zamanda 2012 yılı Latin Grammy’lerinde en iyi müzik videosu kategorisinde aday olan Nevilton grubunun Tempas de Maracuja (tempe de marakuha) isimli şarkısı için çekilen video klibin yapımcısı ve yönetmeni.
2017 yılında da bağımsız film yönetmenlerine destek veren Amerikalı oluşum Sundance Film Enstitüsü’nün senaristler programına katılarak kurumun desteğini almış.
Oyunculara gelince; Filmin başrolünde Will karakterini canlandıran aktör Winston Duke’ü Marvel filmlerinde canlandırdığı M’Baku rolü ve 2019 yapımı “Us” isimli korku filminde canlandırdığı Gabe karakteriyle tanıyoruz. Duke, Will karakterine hayat verirken sergilediği etkileyici performansıyla göz dolduruyor.
Sonunda seçilip seçilmeyeceğini çok umursamadan evde geçirdiği 9 günü dolu dolu yaşayan Emma’yı daha önce Joker, Deadpool 2 ve Atlanta gibi yapımlarda yer alan Zazie Beetz canlandırıyor.
Will’in ilişkide olduğu tek kişi ve yardımcısı diyebileceğimiz, daha önce dünyada yaşama şansı olmamış insan görünümünde ruhani bir varlık olan Kyo’yu ise Benedict Wong canlandırıyor. Sayısız yapımda oyunculuk ve seslendirme yapmış olan Wong’u en çok Marvel filmlerinde canlandırdığı “Wong” karakteriyle hatırlıyoruz.
Filmde gördüğümüz diğer karakter Kane’i, bir Stephan King uyarlaması olan “It” yani “O” filminde canlandırdığı palyaço Pennywise rolüyle hepimizi korkutan İsveçli aktör Bill Skarsgard canlandırıyor. Alexander rolündeki Tony Hale’i sevilen absürd komedi dizisi Arrested Development’tan tanıyoruz. Duygusal romantik Maria’yı Arianna Ortiz, hassas ruhlu sanatçı Mike’ı David Rysdahl canlandırıyor.
Filmin anlatımına katkısı inkâr edilemeyecek (edilemiycek) düzeydeki büyüleyici(büyüleyici) müzikler ise birçok önemli yapımda imzası bulunan Brezilyalı müzisyen Antonio Pinto imzasını taşıyor.
Nine Days, yönetmenin 50 yaşındayken intihar ederek yaşamına son veren amcasından etkilenerek kurguladığı bir proje. Bu üzücü olay yaşandığında 12 yaşında olan Edson Oda, yaşadığı bu acı kaybı çevresinde gördüğünden farklı şekilde kabullenmiş. Amcasının yetenekli ve çok hassas bir kişi olduğunu söyleyen Oda, yaptığı şeyden ötürü onu yargılayan pek çok kişinin aksine amcasının yaşadığı hayata odaklanarak onu bu yola sürükleyenin ne olduğunu anlamaya çalışmış ve filmi bu bakış açısıyla kurmuş.
Filmin hikayesine gelince;
Nerede ve ne zaman geçtiğini bilmediğimiz hikâyenin baş karakteri Will, hiçliğin ortasında bir evde, tüm zamanını bir oda dolusu ekrandan bazı insanların hayatlarını izleyerek geçirmekte. Will’in görevi; yaşadıkları her an kendi gözlerinden ekrana yansıyan bu insanlarla ilgili notlar almak, kaydedilen görüntülerin kasetleriyle birlikte bunları arşivlemek. Will’i sık sık ziyaret eden Kyo ile yaptığı konuşmalardan anladığımız kadarıyla onlardan başka gözlemciler de var. Hatta Kyo da Will’in izlediği insanlar hakkında yorum yapabilecek kadar bilgi sahibi.
Will’in doğduğu günden beri gurur ve beğeniyle izlediği dahi keman(cı) sanatçısı Amanda’nın uzun zamandır hazırlandığı büyük konserinin olduğu gün Kyo da konseri izlemek üzere Will’e katılır. Amanda konserden önce arabasıyla çok hızlı giderken yoldan çıkarak kaza geçirir ve orada hayatını kaybeder. Amanda’nın ölümüyle ekranı kararır.
Will yaşadığı büyük üzüntüyle baş etmeye çalışırken artık yeni bir görevi vardır; Amanda’nın yerine dünyaya gönderilecek yeni kişiyi seçmek. Bu seçim için 9 günü vardır ve belirlenen adaylar tek tek eve gelmeye başlar.
Çeşitli sorularla seçim kriterlerine tabi tutulan adaylardan ilk gün 4 tanesi elenir. İlk günün akşamı, tanışma görüşmesine geç kalan Emma kapıyı çalar. Amanda’nın ölümüyle sarsılan ve kafası sorularla dolu olan Will, Emma’yı kabul etmek istemez ama Kyo’nun ısrarıyla onunla da tanışır ve aday olarak kabul eder.
Görüşmelerde uygulanan testlere verdikleri tepkilere bakarak her adayın birbirinden farklı kişiliklere sahip olduğunu görürüz. Hassas ruhlu Mike iyi bir sanatçıdır ama endişeli ve kendine güvensiz bir tutum sergilemektedir. Her şeyi alaya alan Alexander rahat tavırlarıyla ve empati yoksunluğuyla dikkat çeker. Maria, sorulara aklı başında cevaplar verir ama aşırı duygusal tavırları vardır ve Will’e karşı yakınlık duyduğunu gizleyemez. Kane, kendine güveni tam ve gerektiğinde şiddete başvurmaktan çekinmeyeceğini açıkça ifade eden bir kişiliktir. Emma ise tam anlamıyla farklı ve özel bir ruhtur. Acımasız tercihler yapmayı kabul etmez, izlediği hayatların en güzel ve özel anlarını keşfeder, Will ve Kyo ile sohbet eder, sorular sorarak onları tanımaya çalışır. Emma aslında Kyo için ideal bir aday iken Will için zayıf ve dünyada başarısız olacak bir adaydır.
Günler ilerler. Will hala Amanda’nın ölümünü kabullenememiştir ve kendince mantıklı bir açıklama bulmak için eski kayıtları tekrar tekrar izlemektedir. Bir gün Kyo, Amanda’nın kuzenini izleyen bir gözlemci ile çıkagelir. Gözlemcinin getirdiği kasette Amanda’nın ölümünden sonra ortaya çıkan intihar mektubu vardır. Amanda hayatına kendi isteğiyle son vermiştir. Bu gerçek Will’i tam anlamıyla yıkar.
Emma ile Kyo’nun sohbetlerinden anladığımız kadarıyla; bir zamanlar dünyada ¨insan¨ olarak yaşama şansına erişmiş olan Will’in çok zor bir hayatı olmuş, yalnız ve sevgisiz kalmış dahası büyük acılar çekmiştir. Will artık dünyadaki yaşamın güzelliklerini değil zorluklarını ve kötülüklerini görmektedir. Bu nedenle dünyaya göndereceği adayın savaşçı bir ruh olmasını istemektedir. Bu duygularla ilk elediği aday hassas ruhlu Mike olur. Will artık var olmayacak Mike için dünyada izlediği görüntüler arasında kendisini en çok etkileyen ve yaşamak isteyeceği en güzel anı öğrenerek o anı gerçeğine en yakın şekilde yaşatmak için bir mizansen hazırlar ve Mike’a o anı yaşatarak uğurlar.
Daha sonra Maria ve Alexander Will’e göre yetersiz bulunarak gönderilir. Will, Maria’nın da yaşamak isteyeceği özel anı öğrenerek ona da o özel anı yaşatır ve vedalaşır. Alexander elendiği için çok kızgındır ve son dileğini yazmadan evden ayrılır.
Son gün iki aday kalmıştır; Emma ve Kane. Sona kalan iki aday arasında Will’in vereceği kararı belirleyecek olan son cevap ¨Rakibiniz dünyada var olmayı neden hak etmiyor¨ sorusuna verilecektir. Emma bu soruya cevap vermeyi reddederek odadan ayrılır ve O da elenmiş olur. Kane dünyaya gönderilir. Will, Emma’dan son dileğini kâğıda yazmasını ister. Emma dileğini yazar ama Will bunu gerçekleştirmez.
Çünkü Emma’nın dileği Will’in dünyadaki hayatında başına gelen en güzel ve unutulmaz olaydır. Lisede tiyatro grubunda ¨görünmez¨ bir eleman olan Will büyük bir gösteri öncesinde başroldeki kişinin hastalanması nedeniyle onun yerine geçirilmiştir. Will’e göre bunun sebebi iki günde ezberlenmesi gereken uzun metni kendisinden başka hatırlayacak hafızaya sahip birinin olmamasıdır. Will iki gün boyunca tüm enerjisini metni ezberlemeye harcar ve gösteri günü sahnede yıldızlaşır. Will dünyadaki hayatında yaşadığı en güzel an olan bu olayı hatırladığında bile kendini eskisi gibi ¨insan¨ hissetmektedir ancak aynı zamanda bu histen korkmaktadır. Emma’nın isteğini bu sebeple geri çevirmiştir. Veda etmek için kapıya gelen Emma ile vedalaşmayı bile kabul etmez.
Emma, Kyo ile vedalaşır ve hiçliğin ortasına doğru yok olmak üzere yola çıkar. Will masasında Emma’nın kendisine yazdığı bir not bulur. Emma, hayatın güzel yanları olduğunu, orada geçirdiği 9 gün boyunca bile kendisini mutlu edecek bir sürü olay yaşadığını ve bu anları her yere not ettiğini yazmıştır. Will tek tek bu notları evin değişik yerlerinde bulur ve yok olmadan önce Emma’ya yetişir. İnsan olarak geçirdiği hayatının en güzel anı olan gösteriyi Emma’ya sergiler. Emma da ona heyecanla ve mutlulukla eşlik ederek son anlarını Will ile geçirir. Emma yokluğa karışmadan önce Will ona teşekkür eder ve ekran kararır…
İzledikten sonra kafamızda sorular, yaşamla ilgili derin düşünceler, biraz boşluk ve tabii ki hayatın güzel anlarını yakalama konusunda bolca ilham hissiyle baş başa kaldığımız Nine Days’in bizi düşünmeye sevk eden soruları şöyle;
Ruhlar nereden geliyor?
Seçilmeyen ruhlar nereye gidiyor?
Will’in insan olarak yaşamı nasıl sonlandı ve nasıl çarktaki bir dişliye dönüştü?
Will’i tek hatırlayan neden Amanda’ydı?
Mekân tasvirlerinde kullanılan eşyalar neden geçmişi anımsatıyor ve nostalji hissi uyandırıyor?
Bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir detay da Kyo’nun Will ile sohbeti sırasında izleyiciye selam edercesine ifade ettiği düşünceleri;
Kyo der ki;
…Şu anda sandalyelerinde oturan insanlar var, bize destek çıkıyorlar, bizi yargılıyorlar, esprilerime gülüyorlar. O insanlar da başkaları tarafından izleniyorlar. Onları da başkalarının izlediği başkaları izliyor.
Bu sözler hoşumuza gidiyor bizi gülümsetiyor ama bir yandan da “acaba?” dedirtiyor.
Cevapsız kalan çok soru var, yönetmen birçok konuyu izleyicinin yorumuna bırakmış. Edson Oda, bir röportajında “filmde herhangi bir inanç ya da dinden bahsedilmiyor, herkes kendi inancına göre yorumlayabilir” diyor.
Sonuç olarak hikâye ile ilgili olarak tahminimiz; en başında dünyaya gönderilme ayrıcalığını kazandığında Will de tıpkı Emma gibi saf, iyimser ve anı yaşamanın değerini bilen biriydi, ancak dünyada yaşadıkları onu şu anda olduğu karamsar, güvensiz ve inancını yitirmiş varlığa dönüştürdü.
Seçicilik görevinde dünyaya göndermeyi seçtiği hassas ruhların dünyadaki zorluklarla baş edemediğine şahit oldu. Amanda ne kadar iyi ve mutlu görünse de intihar mektubunda dediği gibi ruhunun bir bağışıklık sistemi yoktu, kalbi o kadar hassas ve kırılgandı ki onu koruyamamıştı, gülümsemesi sadece bir maskeydi. Rick; 14 yaşında okul arkadaşlarından zorbalık gören ve bunu engelleyemeyen biri olmuştu. Sonlara doğru Rick’in de dayanamayıp onlara karşılık verdiğine ve şiddete başvurduğuna şahit olduk. Polis memuru Fernando, bir suçluyu kovalarken onu kıstırdığı yerde ateş etmekte tereddüt etmiş, takip ettiği suçlu ondan önce davranınca Fernando vurularak yürüme yeteneğini kaybetmişti. Bu tereddüt onun geri kalan hayatını tekerlekli sandalyede geçirmesine sebep olmuştu. Örneklerini gördüğümüz bu seçimlerde daha dayanıklı, bencil ve sert kişilikler seçilmiş olsaydı şu anda hepsi daha farklı yaşamlar yaşıyor olacaktı.
Bu düşüncelerle Will kendi deyimiyle bir “pislik çukuru” olan dünyaya savaşmayı bilen kişiler göndermeye karar verdi.
Peki, sizce dünyada var olma ayrıcalığını hak eden ruh hangisiydi? Emma mı? Kane mi?