Black Panther: Wakanda Forever – Black Panther: Yaşasın Wakanda (2022) Detaylı Film İnceleme
2018 yılında gişe rekorları kıran “Black Panther” filminde karizmatik ve birleştirici bir lider olarak tanıdığımız yeni kahraman Wakanda Kralı T’Challa ve onu canlandıran aktör Chadwick Boseman herkes tarafından çok sevilmişti. Wakanda ve kralının yeni maceraları heyecanla bekleniyordu. Ancak 2020 yılının ağustos ayında 43 yaşındaki Boseman kolon kanserinden hayatını kaybedince her şey alt üst oldu. Artık ilk filmi de yönetmiş olan ikinci filmin yönetmeni Ryan Coogler’ı zor bir seçim bekliyordu; ya Kral T’Challa yaşamaya yeni bir yüzle devam edecek ve hikâyede kritik bir değişiklik yapılmayacak ya da kendisini canlandıran aktörle beraber o da ölecek ve bu ölüm krala yakışır bir şekilde hikâyeleştirilerek seyirciye anlatılacaktı.
Yönetmen ikinci seçeneği tercih etti ve ilk filmde çok iyi bir başlangıç yapmış olsa da kahramanını senaryoda öldürdü. Tabii bunu yapmak kolay değildi. Kralı öldüren olay örgüsünün yazılması, yerine yeni bir kahraman bulunması, yeni kahramanın motivasyonu için bir düşman ve ona da bir hikâye gerekiyordu. Diğer yandan Marvel evreninin gelecekteki projeleri için gerekli bazı adımların da bu filmde atılması önemliydi. Yani bir film içinde çok fazla olay ve çok fazla karakteri işlerken, aynı zamanda bir veda, bir yas süreci, iç ve dış çatışmalar, bir savaş ve sonuçları da duygusal olarak izleyiciye yaşatılmalıydı. Bizce böylesine karışık bir kokteyl, başka bir deyişle “tüm tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışmak” izleyici için biraz yorucu oldu ama buna daha sonra değineceğiz.
Filmin konusuna gelince; Wakanda’nın sevilen kralı tüm asaletiyle topraklarında bulunan Vibranyum’u dünya ile paylaşacağının, dünyadaki tüm kardeşlerine yardımcı olacağının sözünü vermişti ancak bir süre sonra sebebi bilinmeyen ve çaresi olmayan bir hastalığa yakalanıyor, tüm çabalara rağmen kurtarılamıyor ve Wakanda, Kral T’Challa’yı kaybediyor. Kocasından sonra oğlunu da kaybeden Kraliçe Ramonda, yasını bile tutamadan ülkeyi yönetmenin sorumluluğunu taşımaya, kralını kaybeden Wakandalıların şaşkınlık ve tedirginliklerini gidermeye çalışıyor. Ailesinden geriye kalan tek çocuğu olan Shuri ise abisinin ölümünden kendisini sorumlu tutuyor. T’Challa’nın hastalığı boyunca onu kurtarabilmek için tüm bilimsel yolları denemiş, en sonunda hiç inanmasa da panterlere güç veren kalp şekilli bitkiyi suni bir şekilde yeniden oluşturmaya bile çalışmış. Tüm çabaları başarısız olup abisini kaybedince de yaşadığı vicdan azabı yakasını bırakmıyor ve kendini bilimsel çalışmalarına adayarak dış dünyaya kapatıyor.
Filmin başındaki cenaze töreninde, tüm halkın beyaz kostümleriyle krallarını uğurlamalarını izliyoruz. Halkın kıyafetlerinin aksine simsiyah olan tabut gökyüzüne yükseldikten sonra Boseman’ın Kral T’Challa olarak daha önce izlediğimiz görüntüleri ekranda akmaya başlıyor ve görüntüler dönüşerek klasik Marvel logosunu oluşturuyor. Film böyle bir veda ve saygı duruşu ile açılıyor. Ardından 1 yıl sonrasına gidiyoruz. Kraliçe Ramonda ülkesindeki iç meselelerin yanısıra dış dünyadaki fırsatçı ülkelerin iki yüzlü politikalarıyla da uğraşmakta. Katıldığı Birleşmiş Milletler toplantısında özellikle Amerika ve Fransa’nın maskesini düşürerek aslında el altından Vibranyum kaynaklarına ulaşma çabalarını bildiğini söylüyor, bundan sonra tüm bu tehditlere karşılık vereceğini ekleyerek bu ülkelere kendilerinden uzak durmalarını tavsiye ediyor..
Ramonda oğlundan kalan görevin yükünü taşırken bir taraftan da geride kalan kızını teselli etmek, yasını tutmasını sağlamak ve O’nun da yanında olduğunu göstermek istiyor. Bu sırada karşısına yeni bir düşman çıkıyor. Amerika’da üretilen ve Vibranyum arayıp bulma konusunda etkili bir cihaz sayesinde, okyanusun altında yine Vibranyum’a sahip olan başka bir saklı medeniyet neredeyse ortaya çıkacakken son anda aleti etkisiz hale getirip keşfedilmekten kurtuluyorlar. Ancak bu cihazı üreten bilim insanı hayatta olduğu sürece keşfedilme riski hep var o yüzden o kişinin öldürülmesi gerekiyor. Talokan adındaki bu su altı şehrinin kralı Namor isimli bir mutant. Uzun yıllar önce karada yaşayan ataları sömürgeciler tarafından tehdit edilip salgın hastalıklarla boğuşmaya başlayınca çareyi sihirli bir bitkide arıyorlar ve bu bitki sayesinde bir dönüşüm geçiriyorlar. Bu dönüşüm onları su altında yaşayabilir kılıyor, bu sırada hamile olan annesi Namor’u su altında doğuruyor ve Namor ayaklarında kanatları olan sivri kulaklı bir mutant olarak dünyaya geliyor. Yüzyıllarca yaşayarak insanların birbirlerine eziyet ettiklerini görüyor ve kendi halkını ve ülkesini dış dünyadan gizliyor. Bu sırrın ortaya çıkma tehlikesi doğduğunda da kendine benzer bir kadere sahip olan Wakandalılardan yardım istiyor.
Namor’un ölmesini istediği bilim insani ne yazık ki 19 yaşındaki üniversite öğrencisi bir genç kız. Bu kızı öldürmeyi ne kraliçe kabul ediyor ne de prenses Shuri. Namor’a başka yollarla çözüm bulmayı teklif etseler de Namor geri adım atmıyor ve artık Wakandalıları da düşman görerek onlara saldırıyor. Bu saldırı sırasında genç bilim insanı Riri’nin hayatını kurtarmaya çalışırken Kraliçe Ramonda ölüyor. Shuri, babası ve abisinden sonra annesini de kaybedince yüreği intikam duygusuyla doluyor. Namor’un kendisine hediye olarak verdiği ve atalarının keşfettiği sihirli bitkiden üretilen bileklik sayesinde Black Panther olmak için gereken kalp şeklindeki bitkiyi üretmeyi başarıyor. Artık Black Panther güçlerine sahip olan Shuri’nin bir seçim yapması gerekiyor; abisi gibi barışçıl mı olacak? Yoksa intikam duygusunun peşinden mi gidecek?
Filmin konusu kısaca böyleydi, gelelim olaylara ve mesajlara. Öncelikle Boseman’ın ölümü krizin fırsata çevrilmesine çok güzel bir örnek olmuş. Tam bir başarı hikayesine dönüşmüş. İncelememizin başında da bahsettiğimiz gibi alınması gereken bir risk vardı ve bu risk alınarak gerçek hayatta ölen oyuncu paralel bir biçimde filmde de öldürüldü. Boseman’ın hastalığını gerçek hayatta çok az kişi biliyormuş filmde de bu durum aynı şekilde işlenmiş, kardeşi Shuri bile filmde abisinin hastalığını çok geç öğreniyor, zaten çare bulamamasının en büyük sebeplerinden biri de bu. Belki zamanı olsaydı daha uzun çalışmalarla kurtarabilme ihtimali olabilirdi ancak bu durumda gerçek hayattaki ölümle filmdeki ölümü bağlamından kopmuş olacaktı. Diğer yandan klasik bir Amerikan’cılık göndermesi var filmde. Hepimizin bildiği gibi Amerika yıllarca kendine uyduruktan düşmanlar yaratıp oraya demokrasi götürme bahanesiyle kahramanlık peşinde koştu, bu filmde de hem alışkanlık hem de Wakanda’nın modern dünya devletleriyle karşı karşıya gelmemesi için Marvel’ın ilk dönemlerinde yazılmış olan bir karakter ve medeniyet deforme edilerek veya başka bir deyişle mevcut konuya entegre edilerek filme dahil edilmiş. Yeni kötümüz Namor aslında mutant bir Atlantis prensi. Sahip olduğu süper yetenekler değiştirilmemiş ancak vatanının adı ve nasıl deniz toplumu olduklarına dair hikaye gibi detaylar farklı şekilde anlatılmış. Hepimizin dikkatini çeken ve anlam veremediğimiz ayaklarındaki kanatlar ve uçabiliyor olmasının sebebi orijinal hikâyede de anlatılmamış. Yani gizem orijinalinde de gizem olarak bırakılmış.
Politik doğruculuk ve ırkçılık konularına değinmeden geçmek olmaz çünkü filmin temel çatısı fazlasıyla politik doğruculuk üzerine kurulmuş. Siyahilerin hâkim olduğu bir düzende yine siyahi dul bir kadının güç odağı haline getirilmesi, aynı şekilde Wakanda ordusunun kalbinde güçlü ve siyahi kadınlar olması, Shuri ve Riri gibi iki genç siyahi kadının üstün zekalı karakterler olarak ön plana çıkmaları ve son olarak son saniyede iki siyahi kadının birbirlerine ilan-ı aşk etmeleri gibi çok fazla detay var. Namor’un hikayesinde de kölelik ve beyaz adamın köleleştirdiği toplumlara neler yaptığına özellikle dikkat çekilmiş. Zaten Namor’un su altındaki vatanı Talokan’ın var olması da beyaz adamın zulmüne dayanıyor. Seversiniz, sevmezsiniz, hatta hoşlanırsınız veya nefret edersiniz bilemiyoruz çünkü bu konular çok bıçak sırtı. Bu yüzden ortada durup dikkat çekmekten öteye geçmek istemiyoruz. Black Panther’in ilk filminin de aslında klişe bir hikayesi olmasına rağmen çok sevilmesinin ve de desteklenmesinin altında yatan gerçek de siyahi bir süper kahramanın ve Afrikalı güçlü barışçıl bir devletin konu edilmesiydi. İlk filmin sonunda Kral T’Challa’nın gerçek dünyada yaşayan ve yıllardır ezilen siyahilere verdiği “elimizdeki bu gücü sadece kendimize kullanamayız, dünya üzerinde zor şartlar altında yaşayan birçok kardeşimiz var, bu gücü onlarla paylaşarak destek olacağız” mesajı tüm dünyada beklenmedik bir etki bıraktı.
Gelelim tüm tuşlara basarak bölüm geçme mevzuuna… Bu filmde yönetmenin halletmesi gereken birçok konu vardı. Az önce bahsettiğimiz Boseman’ın ölümü ve bunun filme entegre edilmesi, ilk filmi çok seven ve ikinci filmden de büyük beklentileri olan izleyiciler için Wakanda’nın yeni hikayesini ve geçen bölümden devam eden karakterlerin gelişimini kurgulamak, Marvel’ın gelecek planları için alt yapıların oluşturulması mesela; Thanos’un ölümünden sonra evrene dahil edilecek olan yeni süper kötünün yani Namor’un tanıtılması, yeni bir Marvel projesi olan Young Avengers’ta rol alacak Ironheart Riri’nin başlangıç hikayesinin aradan çıkarılması ve gelecekteki potansiyel Black Panther olarak T’Challa’nın oğlu hakkında kısa bir giriş yapılması, son olarak da faz 5’in en beklenen yapımı Thunderbolts’ta izleyeceğimiz CIA’nin yeni başkanı Valentina’yı gözümüze alıştıracak birkaç sahne… Bütün bunları göz önüne aldığımız zaman filmi 3 başlık altında inceleyebiliriz. Birincisi Boseman’a saygı duruşu ve ölümünün hikayeleştirilmesi, ikincisi ilk filmdeki hikâyeyi devam ettirerek ve ileriye taşımak ve son olarak üçüncüsü de Marvel evrenin geleceğini kurgulayacak alt yapıların hazırlanması. Bütün bunlar her ne kadar filmi bazen sıkıcı hale getirse de amaçlarını alt alta koyduğumuz zaman anlaşılabilir oluyor. Filmin zaman zaman yükselen aksiyonu bizi koltuğumuza yapıştırırken zaman zaman düşen tempo için de sıktı demek yanlış olmaz. Günün sonunda izlediğimiz dümdüz bir Marvel filmi, fazla alt metin veya gönderme yok. Bunun için de sinema dünyasına imza atacak bir başyapıt ve buna bağlı güçlü bir edebiyat ortaya çıkmasını beklemiyoruz. Filmin ilk 15-20 dakikasındaki ve sonundaki aksiyon yeterince etkileyiciydi. Sırf bu aksiyon, mekanlar, kostüm ve kulakların pasını silen müzikleri için bile birkaç kere izlenmeyi hak ediyor ancak yeniden altını çizerek belirtmeliyiz ki on yıllarca unutulmayacak bir baş yapıt olarak değil bir eğlence olarak.
Oyunculuklara gelince; özellikle Angela Bassett, üzerine yüklenen rolün altından çok başarılı bir şekilde kalkmayı bilmiş. Bir yandan dul, siyahi kadın bir hükümdar olarak depresyona giren halkını ayakta tutmaya çalışırken, bir yandan modern dünya devletlerine göz dağı vermekle meşgul olması, öte yandan kayıplarını arkada bırakarak kızına destek olmaya çalışması ve bütün bunlar yetmezmiş gibi piyangodan çıkan yeni düşmanla uğraşması… Hepsi bir araya gelince ilk karesinden ölümüne kadar müthiş bir performans ortaya koymuş. Öte yandan Shuri karakteriyle Letitia Wright, M’Baku karakteriyle Winston Duke ve tabii ki dengesiz ve depresif kötü rolüyle Tenoch Huerta da dikkat çekici oyunculuklar sergilemiş. Filmde çok kalabalık bir oyuncu kadrosu var. Genel olarak ön plana çıkan hiçbir oyuncu ve karakter sırıtmıyor, hepsi üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmiş.
Son olarak kostüm ve müziklerden bahsederek konuyu toparlayalım. Filmin kostümleri bir önceki filmde de aynı görevi üstlenerek Oscar kazanan Ruth Carter tarafından tasarlanmış ve kendisi de filmin yönetmeni Ryan Coogler gibi bir afro-amerikan. Bu filmdeki çalışmalarının ilk filme nazaran daha çarpıcı olduğunu söyleyebiliriz. Cenaze töreni sırasında Wakanda halkının giydiği göz kamaştırıcı beyaz kıyafetlerinden, Kraliçe Ramonda’nın her sahnede giydiği kıyafet ve kullandığı aksesuarlara, Talokan savaşçılarının kıyafet tasarımı ve ekipmanlarına kadar her sahnede ayrı çarpıcılıkta detaylar ön plana çıkıyor. Carter’ın bu dehası filmin yapım tasarımına da yansımış durumda. Yapım tasarım ekibinin çalışmaları sonucunda hem Wakanda’nın hem de Talokan’ın görselliği, Carter’ın tasarımlarıyla kusursuz bir uyum içinde. Müzikler ise yine ilk filmde aynı rolü üstlenen İsveçli besteci Ludwig Göransson tarafından bestelenmiş ve de derlenmiş. Göransson da ilk filmde Oscar kazanmıştı. Filmin müzikleri titizlikle hazırlanmış ve sahnelerle uyumu son derece başarılıydı. Özellikle Rihanna’nın seslendirdiği filmin ama teması niteliğindeki “Lift Me Up” şarkısından bahsetmemiz gerekiyor. Şarkı Boseman’a dolayısıyla bu filme özel olarak yazılmış ve bestelenmiş. Şarkının sözleri besteci Göransson, yönetmen Coogler, Rihanna ve Tems’in ortak imzasını taşıyor. İlk film yani Black Panther, burada bahsettiğimiz 3 alanda yani köstüm, müzik ve yapım tasarımı dallarında Oscar kazanmıştı. Bu filmde de bu 3 departman bizce yine Oscar’a aday olacak. Filmin genel olarak en iyi film, en iyi kadın oyuncu, en iyi yönetmen, müzik, kostüm ve yapım tasarımı dalları olmak üzere en az 6 dalda aday olmasını bekliyoruz. Bakalım akademi ne diyecek, 2023 Mart’ında birlikte göreceğiz. Her ne kadar aksiyon sahnelerindeki hareketli kamera çekimleri ve ağırlaştırılmış sahneler yorucu gelse de sinematografi ile ilgili de eleştirilecek pek sıkıntı yoktu.
Politik göndermeleri, evrenin geleceğine yönelik mesajları, yeni oyuncu ve hikayeleriyle Marvel Sinematik Evreni’nin çoklu evrenlere odaklanan dördüncü fazın son filmi olan Yaşasın Wakanda için söylemek istediklerimiz özetle bu kadar. Artık 2023 yılı itibariyle evrenin çoklu evrenler fazının ikinci, toplamda beşinci evresine başlayacağız. Beşinci fazın ilk filmi “Ant-Man and the Wasp: Quantumania” ve diğer yapımları merakla bekliyoruz.