Kuru Otlar Üstüne (2023) Üstüne Bir Yazı
Kuru Otlar Üstüne, Nuri Bilge Ceylan’ın 1995 yılında çektiği 20 dakikalık “Koza” isimli filmini de sayarsak toplamda onuncu filmi oluyor. 1995’ten bu yana çektiği on filmin tamamında yönetmen, senarist ve yapımcılık görevlerini üstlendiği gibi, 2006 yılında çektiği “İklimler” isimli filmde rol de almıştı. Biri kısa olmak üzere bu on filmin ortak özelliği görüntüler ve senaryo. NBC sinemasının formülü çok net ve herkes zaten bunu çok iyi biliyor. Fotoğrafçı olması, görüntü işleme konusunda ciddi bir tecrübesi olması gibi özelliklerini sinemasında öne çıkarmayı çok da iyi beceriyor. Kendisiyle yapılan bir röportajda çok net bir soru soruldu; “neden sürekli taşra ve Anadolu insanı?” O da cevaben: “İnsanla uğraşıyoruz, nerede geçtiğinin bir önemi yok” dedi ancak dışarıdan görünen pek de öyle değil. Çünkü geriye dönüp tüm filmlerini incelediğimiz zaman hep işlenmeye müsait görsellikte planlar seçen ve hep varoluşsal dertlerle uğraşan bir NBC görüyoruz. Bu yüzden şehir filmleri çekmeyi pek sevmiyor kanaatindeyiz. Çünkü şehirde görebileceğimiz sadece beton yığınları ve keşmekeş, çünkü şehir insanının bambaşka dertleri var ve bütün bunlar da NBC sinemasının ilgi alanına girmiyor. Kuru Otlar Üstüne filminin açılış sekansında sonsuz bir karlı perspektifte zorlukla yürüyen bir adamı izliyoruz. Bu sekans yaklaşık bir dakika sürüyor ve izleyici o anda başına gelecekleri net bir şekilde anlıyor. Filmin süresi 3 saat 17 dakika, sinemada izliyorsanız maruz kalacağınız reklamlar ve ara ile 4 saatlik blok bir süreyi gözden çıkarmanız gerekiyor. Bu film 197 dakikadan daha kısa olabilir miydi? Evet olabilirdi, ancak yönetmenin tercihi bu yönde olmuş, sonuçta filmin sahibi NBC ve O öyle istemiş. Zaten 2023 yılında gösterime giren filmlerde upuzun metraj furyası var. Mesela “Oppenheimer” tam 3 saat, “Killers of the Flower Moon” 3 saat 26 dakika, “Avatar: The Way of Water” 3 saat 12 dakika ve yine NBC ile benzer bir tarzı olan Zeki Demirkubuz’un 2023 sonunda gösterime girecek olan filmi “Hayat” 3 saatin üzerinde. Sanıyoruz ki pandemi döneminde canı sıkılan yönetmenler kısır geçen günlerin acısını uzun uzun filmler çekerek çıkarmaya çalışıyorlar.
Kuru Otlar Üstüne birden fazla derdi olan bir film. Biraz da kafası karışık sanki. Dertlerini değişik insanların hayatları üzerinden anlatıyor fakat bunu yaparken çatışma çıkarmaktan da geri durmuyor. Samet (Deniz Celiloğlu) zorunlu görev için Erzurum’un bir köyünde görev yapan ve geldiği günden itibaren gitme hayalleri kuran bir resim öğretmeni. Samet’in hayali İstanbul ancak İstanbul hakkında gitmekten başka bir fikri yok. Kenan (Musab Ekici) ise Samet’le aynı lojmanı paylaşan başka bir öğretmen. Bir de Nuray (Merve Dizdar) öğretmenimiz var ki o da ilçe merkezinde bir okulda İngilizce öğretmeni olarak görev yapıyor. Filmin asıl hikayesi bu üç öğretmenin etrafında dönüyor. Kenan, Samet’in tersine tam oraların insanı, tam bir Anadolu çocuğu, fazla arzu ve hevesleri olmayan, biraz çakal biraz da mahzun. Nuray ise Kenan’a göre fazla kültürlü, Samet’e göre de fazla anarşik bir karakter. Üçünün yolları bir şekilde kesişiyor. Samet öncelikle Nuray’a karşı biraz yükseliyor ancak hayalinde İstanbul olduğu için sonu olmayan bir ilişkiye başlamak istemiyor bunun için oda arkadaşı Kenan’a Nuray’dan bahsederek onları tanıştırmak istiyor fakat daha ilk görüşmede olan oluyor. Samet, Nuray’ın İstanbul’a gitme potansiyeli olduğunu öğrenince dümeni yeniden Nuray’a kırıyor içten içe fakat diğer yandan ok yaydan çıkmıştır ve Kenan da Nuray’dan hoşlanmıştır dahası Kenan ile Nuray’ın arasında ufak bir flörtleşme bile başlamıştır. Bu arada Samet ve Kenan’ın uğraşmak zorunda oldukları başka bir ortak dertleri daha vardır; bu iki öğretmen aslı astarı ne olduğu tam belli olmayan bir suçlamadan dolayı ilçe milli eğitime şikâyet edilmişlerdir. Konunun özü kız öğrencilerin bu iki öğretmenin hal, tavır ve hareketlerinden rahatsız olmalarıdır yani ufak yollu bir cinsel taciz durumu söz konusudur. Okul müdürü durumu ilçeye bildirmiş, ilçe de bir rehber öğretmen göndererek konuyu araştırmış ancak ciddi bir durum olmadığı için üzerine gitmemiştir. Samet ve Kenan’a konu bildirilmiş ve dikkatli olmaları söylenmiştir ancak iki genç bekar öğretmen kendilerinden o kadar emindirler ki bu karalamayı kendilerine yediremezler ve araştırmayın demelerine rağmen konunun üzerine gitmeyi tercih etmişlerdir. Geldiğimiz noktada Samet ve Kenan’ın artık ortak bir derdi ve ortak bir çatışması vardır. Bir yandan müttefik bir yandan da gizliden gizliye düşman durumundadırlar. Samet’in sınıf öğretmeni olduğu yedinci sınıfta Sevim (Ece Bağcı) adında sevimli bir kız öğrenci ile Samet’in arasında bir yakınlığı gözlemliyoruz. Bir gün sınıfta yapılan bir aramada Sevim’in çantasından bir aşk mektubu çıkar, mektup Samet hocaya kadar gelir, Samet Hoca içten içe mektubun Sevim tarafından kendisine yazıldığını düşünür, Sevim mektubu geri ister, Samet Hoca vermez, aralarında duygusal bir çatışma yaşanır. Biz de seyirci gözüyle taciz dedikodusunu Sevim’in çıkarttığını düşünürüz ancak olaylar ilerledikçe, Samet ve Kenan arasındaki gerilim tırmandıkça oklar Kenan’ı göstermeye başlar. Samet aslında Kenan’ın üstüne atılan suçu ifa etmeyeceğine başta inanmış olsa da Nuray konusundan dolayı Kenan’a nefret besleyecek bahane haline getirir taciz mevzusunu. Halbuki Kenan masum, saf Anadolu çocuğudur, Samet’in haince Nuray’ı elinden aldığını öğrendiği zaman bile sineye çekmeyi tercih eder Samet ise tam tersine ihanetin dozunu arttırır hem Nuray’a sahip olmak ister hem de taciz davasında olan biten her şeyi Kenan’a yıkma derdindedir. Filmin son sahnesinde Samet ve Sevim arasında geçen diyalogdan Sevim’in net bir şekilde masum olduğunu anlıyoruz. Yönetmen işin sonunda zavallı kızı aklamayı ihmal etmemiş. Asıl suçlu kim derseniz bizce sınıftaki “öğrenciler arasında ayrım yapıyorsunuz” diyen erkek öğrenci veya mektubu okurken yakalanan iki kadın öğretmen. Zaten burada derdimiz suçlunun kim olduğundan ziyade suçsuzun kim olduğu, onun için işin sonunda Sevim’i aklayan yönetmen asıl suçluyu göstermeye ihtiyaç duymamış. Bütün bu olaylar, yaşananlar, çatışmalar ve ağır hava Samet’in sürekli insanları, hayatı ve varoluşu sorgulamasına neden oluyor. NBC her zaman kullandığı hayatı sorgulama formülünü bu filmde Samet üzerinden işletiyor, biz de kendimizi zaman zaman Samet’in yerine koyarak benzer sorgulamaları yapıyoruz. Nuray ve Kenan ise Samet’in içsel sorgulamalarındaki ruhsal tarafları gibi. Bir yanda anarşik ve sorgulamacı diğer yanda masum ve özverili. Filmin son sahnesinde kuru otlar tiradı başlamadan önce üçlüyü bir arada görüyoruz, sonra Samet aralarından ayrılarak yaşananları kendi kendine konuşarak finale doğru kuru otları eze eze yürür. Filmin birden çok derdi var demiştik. Bu dertler veya anlatılmak istenenler filmin ikinci yarısındaki Nuray ve Samet’in yemek sahnesinde ortaya çıkıyor. Bu sahnede uzun uzun Nuray ve Samet’in birbirini sorgulamalarını izleriz. Bu sorgulama sırasında hem birbirlerini tanımalarını hem de kendi bakış açılarından dünya görüşlerini savunmalarını izleriz. Yemek sekansında oldukça uzun diyaloglar izliyoruz. Bu diyaloglar hem çok iyi yazılmış hem de çok iyi oynanmış şekilde çıkıyor karşımıza. Nuray’ın geçmişte bir örgütle bağı vardır ve katıldığı bir eylemde kendini patlatan bir canlı bombadan dolayı bacağını kaybetmiştir. Zaten son derece muhalif ve solcu olan Nuray bu olaydan sonra iyiden iyiye her şeye karşı olan inancını da kaybetmiştir. Samet ise daha inançlı ancak yolunu kaybetmiş bir karakterdir, bununla birlikte onun da kendine göre savunduğu bir dünya görüşü vardır. Sekans boyunca ikili sürekli kendi tezlerini öne atarak sert bir biçimde tartışırlar. Tartışmanın sonucunda iki tarafın da artık karşısındaki hakkında bir fikri vardır ve gerilim ikisini de yormuştur. Bu yorgunluk alkolün de etkisiyle duygusal bir çöküntü halini alarak yatakta nihayete erer. Sabah olduğunda Nuray için olanlar olağandır ancak Kenan’ın bilmesini istememektedir, Samet ise Nuray’a sahip olduğuna inanmaktadır bu yüzden Kenan’a karşı bir zafer kazandığını düşünmektedir. Hâlbuki ne Nuray Samet’in olmuştur ne de Samet Kenan’a karşı bir zafer kazanmıştır. Siyasi mesajları, varoluşsal kaygıları, taşra insanının masum gibi görünen tehlikeli tutkuları, terör, cehalet ve devlet memurluğunun sorunları gibi birçok şeyi bir araya getiren film bir nevi NBC sinemasında daha önce görmediğimiz şeyleri de gösteriyor bize. Bu yüzden bu film için Ceylan’ın en siyasal filmi diyebiliriz. Öte yandan bir veteriner(Yüksel Aksu) mekânı muhabbetleri var ki orada da başka dertlere şahit oluyoruz. Köyün yerlilerinden Feyyaz (Münir Can Cindoruk) isimli bir genç, köyün veterineri Vahit ve Samet Hoca zaman zaman bir araya gelirler. Konu yine varoluşsal dertler üzerinden ilerler. Feyyaz hiçbir baltaya sap olamamış depresif bir genç, hem borcu harcı var hem de işi gücü yok. Bu hikâyenin de sonu Feyyaz’ın dağa çıkmasıyla sonuçlanıyor. Buradaki kısa hikâyeyi ben biraz 2009 Mahsun Kırmızıgül yapımı “Güneşi Gördüm” isimli filme benzettim. O film de o bölge insanının çaresizlikten teröre teslim olmasını ve kurtuluşu dağa çıkmakta bulmasını anlatıyordu. Fakat NBC filminde kafamızı karıştıran şey şu oldu; Film Erzurum’da geçiyor ve Erzurum aslında son derece muhafazakâr ve terörden uzak bir şehirdir. Bu yüzden Erzurum insanı çaresiz bir gencin kurtuluşu teröre teslim olarak bulması biraz anlamsız olmuş veya konuya kurgusal bakıp olayı şehirden veya zihniyetten bağımsız değerlendirmek daha doğru olur diyerek buraya fazla takılmamak lazım. Ceylan bir film içinde birden fazla karakter üzerinden yan hikayeler üreterek canını sıkan birden fazla konuyu 3 saat 17 dakika boyunca bize anlatmak istemiş, bizce de anlatmış, eksik veya açık nokta da bırakmamaya özen göstermiş. Filmin sonunda çözülemeyen veya sonuca bağlanamayan -sorgulamaları saymazsak- hikâyenin içinde havada kalan bir yer olmamış.
Filmin çekildiği mevsim ve atmosferi göz önünde bulundurduğumuz zaman sinematografik anlamda görsel bir şölen izliyoruz. Sanıyorum ki hiç kimse NBC sinemasındaki sinematografiyi kısmen eleştirse de gömme cesaretini gösteremez. Bu film özelinde bizi rahatsız eden tek konu aralara serpiştirilen çok güzel fotoğraf kareleriydi. Evet her ne kadar çok güzel olsalar da film içindeki kullanılma şekiller son derece gereksizdi. Alakalı, alakasız yerlerde araya giren fotoğraflar ve uzun çekimlerle film zaman zaman bölünmüş. Olmasalar olur muydu? Olurdu, kimse de neden aralarda elinde tüfekle poz vermiş asker fotosu resmi görmedik sayın yönetmen demezdi. Bir diğer anlamadığımız yer ise, uzun yemek sekansının sonunda Kenan’ın banyoya gittiği bir bölüm var. Yemek sahnesinin çekildiği oda bir sinema seti yani gerçek bir mekân değil. Kenan banyoya gitmek için odadan yani setten çıkıp, platoyu dolaşıp banyoya öyle gidiyor biz de filmin bir an gerçekliğinden çıkıp setin içinde dolaşıyoruz. İlk defa film çeken bir amatör desek kurguda unuttu imkânsız, NBC bir şey denemek istemiş desek tarzı değil. Sanıyoruz ki yemek sekansındaki uzun, soluksuz ve yerden yere vuran muhabbetten bir an olsun seyirciyi uzaklaştırıp temsili de olsa bir hava aldırmak istemiş, çünkü bütün bu yaşananlardan sonra asıl final zamanı gelmiştir. Yemek sekansı ile ilgili bir diğer eleştirimiz de diyalogların uzun, soluksuz ve kesintisiz olması. Genel anlamda birçok şeyi sorgulayan iki insanın bu kadar ağır felsefik tezleri sentezlediği tartışmada sanki kâğıttan okur gibi tartışmaları olayı biraz gerçekliğinden koparmış. Düşünmeden, takılmadan, asalak kelimeler kullanmadan bu kadar akıcı konuşmaları olmamış. NBC oyunculara lafları söyletirken ağır aksak ve biraz da bozuk şiveyle hatta asalak kelimeleri kullanarak konuşmalarını ister zaman zaman, bunu kamera arkası videolarda veya provalarda izledik. Oysaki Nuray ve Samet’in tartışması son derece akıcı ve kusursuza yakındı. Bu sahnenin her planının onlarca kez çekildiğine yemin edebiliriz ancak ispatlayamayız. Zaten şarap kadehlerinin yerli yersiz dolup boşalmaları bize neler olduğunu yeterince anlattı.
Film sesli çekilmiş, özellikle ortam sesleri çok yoğun kullanılmış. Ortamda birden fazla mikrofon olduğu belli ve hepsinin kayıt seviyeleri sonuna kadar açılmış. Film boyunca nefes almalarından yürümelerine, ağız şapırdatmalarından oturup kalkarken kıyafetlerinin çıkardığı seslere kadar her detayı duyduk. Bu durum zaman zaman son derece etkileyici şekilde seyirciye geçerken kimi zaman da son derece rahatsız edici olduğunu söylemek lazım. Özellikle sınıf gibi kalabalık ortamlarda veya açık alanlarda ses işini pek becerememişler. Kapalı mekân sahnelerde ses kayıt işini son derece başarılı icra etmişler. Genel anlamıyla hem görüntü hem de ses ekibi başarılı bir iş çıkartmış diyebiliriz. Filmde zaman zaman devamlılık sorunları da vardı ancak Kenan’ın arabasının plakasının sürekli değişmesi dışında göze batan çok da rahatsız edici şeyler görmedik.
Son olarak Merve Dizdar’ın Cannes film festivalinde aldığı ödülden bahsetmek istiyoruz. Festivalin ödül töreni gecesi ödüller açıklanırken jüri başkanı en iyi kadın oyuncu ödülü için Merve Dizdar’ı anons ettiğinde şaşıran ilk kişi tabii ki Merve Dizdar’ın ta kendisi olmuştu. Çünkü bu filmde Dizdar’ın oynadığı Nuray karakteri ne ana karakter ne de film içinde çok uzun sahneleri var. Filmin ilk yarısında maksimum 10 dakikalık bir sahnesi var ki orada da çok konuşmuyor ve çay içiyor, ikinci yarıda ise Samet’le yaşadığı yemek sahnesi haricinde iki öğretmenin evine geldiği toplamda maksimum 5 dakika süren bir sahnesi var. Yani toplasak en fazla yarım saati var ki o yarım saatte de bir oyunculuk yok. Yaptığı tek şey eline verilen son derece başarılı yazılmış senaryoyu canlandırmak. Sanıyoruz ki Cannes jürisi bu filmi ödülsüz göndermek istemedi ve adayların en zayıf olduğu en iyi kadın oyuncu kategorisini arada kaynattı. Ceylan’ın özel bir yeteneği var, bir şekilde olmaz bu dediğiniz oyuncuları alıp uğraşarak senaryosuna monte etmeyi başarıyor. Tabiri caizse yonta yonta şekil veriyor. Ercan Kesal bu duruma en net örnektir mesela veya Ahlat Ağacı filminde rol verdiği Doğu Demirkol veya Üç Maymun’daki Ahmet Rıfat Sungar. NBC yazdığı karaktere en uygun oyuncuyu seçene kadar uğraşıyor eksik kalan yerleri de kendisi tamamlıyor. Kuru Otlar Üstüne oyuncularının geneline baktığımız zaman performansı zayıf kalan kimse yoktu zaten Ceylan buna asla izin vermez tarzı değil. Gerekirse tek bir planı mükemmel olana kadar 100 kere çeker ama yine de taviz vermez. Deniz Celiloğlu üzerine düşeni son derece güzel yerine getirmiş. Karakterin yer yer çaresiz, yer yer iğrenç yer yer kaybolmuş hallerini çok güzel yansıttı. Musab Ekici ise biraz oynadığı karaktere tezat düzgün ve akıcı konuşması ile gayet iyiydi. Aslen Elazığ’lı olan Ekici Anadolu insanını çok iyi tanıyor olacak ki rolde sırıtmamış. Son olarak Ece Bağcı; bu kız bas bas “bende yıldız ışığı” var diye bağırıyor. Henüz çok genç ve kariyerine bir NBC filmiyle başladı. Umuyoruz başladığı yerin bilincindedir ve daha bu yaşta soluduğu Cannes havasının etkisini sindirerek kariyer çizgisini en doğru şekilde çizer. Bağcı’nın kendini tam anlamıyla göstereceği bir sonraki filmini merakla bekleyeceğiz.
Filmle ilgili söylemek istediğimiz, anlatmak istediğimiz aynı filmin dertleri gibi değinmek istediğimiz aslında o kadar çok şey var ki, sayfalarca yazsak kitap olur onun için tadında bırakarak burada bitirmek istiyoruz. Bu film Ceylan’ın ve ekibinin en iyi filmi değil belki ama en iyiler sıralamasında üstlerde olduğu aşikâr. Sonuçta sinema filmleri için en iyi veya en kötü yargısı özneldir. Kimine göre en iyisiyken kimine göre çöp olabilir ama bize göre net bir şekilde en iyi NBC filmi değil. Bir Zamanlar Anadolu’da ve Kış Uykusu’ndan sonra Ahlat Ağacı ile üçüncülük için yarışır.