1899 – Mini Dizi İnceleme (Netflix)
1899 yılında Avrupa’dan Amerika’ya doğru yola çıkan buharlı bir gemi, nereden geldiği belli olmayan ve içeriği sadece sayılardan oluşan bir mesaj alır. Mesajı gören gemi kaptanı ve beraberindekiler bu sayıların bir koordinat olduğuna kanaat getirirler. Bu arada geminin bağlı olduğu şirkete ait Prometheus isimli başka bir gemi 4 ay önce aynı sularda kaybolmuştur. Mesajı alan geminin ismi ise Kerberos’tur. Kerberos’un kaptanı Eyk Larsen, mesajın kaybolan gemiden geldiğini ve kendilerini bulmaları için özel bir haberleşme sistemi üzerinden koordinatlarını gönderdikleri varsayımından yola çıkarak tüm mürettebat ve yolcuların itirazlarına rağmen rotayı değiştirerek mesajdaki koordinatlara, yani kayıp gemi Prometheus’a doğru yol almaya karar verir. Prometheus’a ulaştıklarında tam anlamıyla hayalet bir gemiyle karşılaşırlar. Ne hareket ediyordur ne ışıkları yanıktır ve ne de herhangi bir yaşam belirtisi vermektedir. Kaptan yanına gemideki birinci sınıf yolculardan Doktor Maura, Peder Ramiro ve birkaç mürettebat alıp bir filika ile hayalet gemiye giderek inceleme yapmaya karar verir. İlk etapta yolcular ve mürettebat bu duruma itiraz etse de kaptan bildiğinden şaşmaz ve beraberindekilerle gemiye çıkar.
Gemide bir dolabın içine hapsedilmiş küçük bir çocuktan başka ne bir yaşam ne de bir ölüm belirtisi vardır. Geminin içinde olması gereken yaklaşık ikibin yolcu ve mürettebat en ufak bir iz bile bırakmadan sırra kadem basmıştır. Bu arada ekip, kayıp gemide incelemeler yaparken Kerberos’un filika hangarı girişinden gizlice bir adamın girdiğini görürüz. Kayıp gemide herhangi bir şey bulamayan kaptan ve beraberindekiler çocuğu da yanlarına alarak gemilerine geri dönerler. Çocuk kesinlikle konuşmamaktadır bu yüzden gemidekilerin akıbeti ve olan biten hakkında çocuktan herhangi bir şey öğrenemezler.
Kaptan bu durumda bir terslik olduğunu düşünüp Prometheus’u kendilerine bağlayarak çekmeye karar verir. Fakat mevcut yakıtları ancak geri dönecek kadar olduğu için rotayı Avrupa’ya geri çevirmekten başka çaresi yoktur. Her birinin ardında bir sır bırakarak gemiye bindiğini anladığımız yolcular geri dönmeyi asla kabul etmezler ve önce buna itiraz ederler, sessiz kalan çocuğun gemiye gelmesinden sonra başlayan terslikler ve sonrasında alt sınıftan bir yolcunun ölümüyle huzursuzluk iyice artar. Kaptanın kararına karşı duyulan güvensizlik en üst safhaya ulaşınca da isyan başlar. Dizinin her bölümünde yolcuların geçmişte bırakmak istedikleri anılar ile ilgili sekanslar izleriz. Olaylar ilerledikçe gemilerin ve yolcuların hikayeleri ile ilgili sır perdeleri yavaş yavaş kalkar. Aslında her biri kimdir, neden oradadır ve sonları nereye varacaktır, birer birer ortaya çıkar.
Dizinin konusu özetle bu şekilde. Şimdi biraz da olay örgüsü içindeki mesaj ve metaforlara bakalım. Sinema ile uğraşan herkesin hayali bazı kült gerçeklerin etrafında dolanan hikayeler okumak, yazmak, izlemek belki de çekmek değil midir? Özellikle Platon’nun “Mağara Alegorisi” her ne kadar uzun uzadıya bir kavramlar bütünü olmasa da hep ilgimizi çekmiştir. Öte yandan gerçeklik ve algılarımızla ilgili kavramların da tanımlanmasında çokça kullanılır. Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım” felsefesi de bu dizinin hamurunda kullanılan malzemelerden. Matrix’in çıkış noktası olan simülasyon kavramının da temeli edebi bir eser. İlk basımı 1981 yılında yapılan Fransız yazar Jean Baudrillard’nın “Simülakrlar ve Simülasyon” isimli kitabından bahsediyoruz. Devam edelim, bir de Yunan mitolojisinden üç başlı köpek Kerberos, isyankâr tanrı Prometheus ve Mısır’ın en ünlü sembollerinden evrenin meydana getirilişi, güneşin kendine enerji vermesi ve ölüm ötesi gibi değişik anlamlarla anılan orijinal adı “dung” bizdeki adı kibarca kaka böceği olan canlı. Bitmedi, bir de uzay ve kolonileşme sosunu da üzerine koyduk mu olay tamamdır. Araya biraz akıl oyunları, biraz tıbbi mevzular biraz da ters köşe eklersek müthiş bir doğum günü pastası olur diyoruz ama olmuyor. Yamalı bohça gibi bir ürün çıkıyor ortaya.
Çünkü bu kadar malzemeyi bir araya getirince kusursuz uyumda bir yemek ne yazık ki mümkün olmuyor. Konu tarih öncesi felsefelerden mitolojiye, tıp ve sinir biliminden simülasyon kavramına ve bilişim teknolojilerine derken dallana dallana günümüze, sonra da uzaya kadar çeşitlendirilmiş. Günün en sonunda konu simülasyona bağlanınca cevaplanması gereken hiçbir soru kalmıyor bu da işin en kolay kaçış noktası oluyor. İşte o zaman ne mağara alegorisinin ne Kerberos ve Prometheus’un ve de kaka böceğiyle diğer sembollerin hiçbirinin anlamı kalmıyor. Hepsi kullanılmış ve de geçilmiş oluyor. Dizinin ikinci sezonu için onay alınmış yani devamı geliyor ancak bizce tek sezonda bitirip tadında bıraksalar daha iyi olurdu.
Diziyi izlerken kendimizi sırlarla dolu odadan çıkma oyunlarının birinde gibi hissediyoruz. Ortalıkta ipucu veren veya kafa karıştıran kitaplar, herkese aynı formatta gönderilen zarflar ve içlerindeki mesajlar, insanların ellerindeki ve duvarlardaki alfa numerik şifre panelleri ve kontrol üniteleri. Bütün bunlar iyi tasarlanmış bir oyundan fırlamış gibi. Teknik açıdan baktığımız zaman ise yapımcılar müthiş bir atmosfer yakalamış. Mekanlar, çekim açıları, görüntü yönetmenliği son derece başarılı. Sanat yönetmeni ve yapım tasarım ekibi çok başarılı bir iş çıkartmış. Günümüzde artık çok orijinal sıra dışı senaryolu yapımlar üretilemediği için görsellik ve çekim teknikleri ön plana çıkıyor. Pandemi dönemine denk gelen yapım sürecinde seyahat kısıtlamaları gibi birçok zorluğun üstesinden gelmek için başvurdukları “The Volume” isimli teknoloji işlerini oldukça kolaylaştırmış. Birden çok dış mekân çekimi yapmaları gerekirken bu teknoloji sayesinde stüdyo ortamında kurdukları gerçeğe çok yakın tasarımlar dizinin inandırıcılığını oldukça arttırmış.
Dizi Dark’ın yapımcılarının elinden çıktığı için Dark’a benzer bir yapım bekleyip farklı olduğunu görünce üzülenler, Lost çakması diyenler, Titanik kakması diyenler ve daha neler neler, her kafadan bir ses çıkmış. Her ne kadar içerdiği kavramları bir kenara koyarsak dizi kendi içinde özgün bir yapım olmuş. Benzerleri yok mu diye sorarsak mutlaka var ama az önce de bahsettiğimiz gibi artık yüzde yüz özgün yapım bulmak çok zor. Mesela konu zaman yolculuğu olunca herkesin aklına en az 10 film gelebilir veya paralel evrenler veya psikolojik türevler. Bu dizide beğenmediğimiz bir diğer nokta da senaristler ters köşe yapalım diye bazı detaylara fazla dikkat çekmişler. Doktor Maura’nın “ben deli değilim” söylemi, akıl hastanesindeki oda numarasıyla gemideki oda numarasının aynı olması veya her karede, her nesnede gözümüze sokulan ama bir yere bağlanmayan altı çizgili ters üçgen logo ve buna bağlı piramit metaforları. Sonuç neymiş? Sonuç olayın geçtiği dönemden 200 yıl sonrasında uzayda yol alan bir gemideki yolcu, denek veya gönüllü insanların dahil olduğu bir simülasyonmuş. Bu uzay gemisinin ne olduğunu ve nereye gittiğini henüz bilmiyoruz, belki uzayda yol alan bir koloni gemisi, bir hapishane veya bir akıl hastanesi olabilir. Bununla birlikte akıllarda soru işareti bırakan başka şeyler de var, mesela kocası ve oğlu gerçekte var mı veya var mıydı? Oğlu mesela, vardı da öldü mü ve onu yaşatmak için mi böyle bir kod yazıldı? Babası gerçekten tasvir ettiği şekilde bir adam mıydı veya abisi gerçek mi yoksa simülasyonun kod adı mı? Sanıyoruz bütün bunların cevabını ikinci sezonda alacağız. Denizdeki gemide ölmeyen ve uzay gemisinde gördüğümüz karakterlerin tam anlamıyla geçmişlerinde ne yaşadıklarını, neden bu simülasyona dahil olduklarını, gerçekten gönüllü mü yoksa cezalandırılmak için seçilmiş suçlular mı olduğunu da bilmiyoruz. Bütün bu soruların cevabı ikinci sezona bırakılmış gibi.
Sonuç olarak projenin başından itibaren “Dark’ın Yapımcıları” referansıyla tanıtılarak büyük ilgi gören 1899, ilk sezonunu tamamladı. Dark’ı izlemiş ve sevmiş olan seyircinin bu diziye yabancılık çekmediğini hatta olayı ilk bölümlerden çözmüş olduğunu düşünüyoruz. Mesela, standart bir izleyici için çok bir anlam taşımasa da tecrübeli olanlar dizinin açılışındaki prologda geçen birkaç cümleyi duyduğu anda bütün olacakların bir insanın beyninde gerçekleşeceğini çoktan tahmin etmişlerdir. Dark’ı ve senarist-yönetmenlerin tarzını bilmeyen izleyicilere ise ya ağır ilerleyen, çok karışık ve anlaşılmaz ya da sürprizlerle dolu ve heyecan verici gelmiş olabilir. Peki siz 1899’u nasıl buldunuz?